POETİK BİR SERZENİŞ
Barış Bıçakçı’nın
romanlarında illaki bir yazar, yazan karakterin olması bu alanda, bu sektörde
veya bu cenahtaki sorunların, düğümlerin, işleyiş ve prosedürlerin deşifresi
niteliğinde. Tarihi kırıntılar romanında da yine Can adında bir yazarın gayreti
işlenmiş.
Evvela, son dönemde okuduğum sağlam kurgusu,
lezzetli dili ve deneysel bölümlerinden dolayı en sevdiğim, beğendiğim bir
roman olduğunu belirterek başlayayım. Kitabın 1992-2018 yılları arasında
çeşitli dönemlerden kesitler sunarak ilerlemesine yaslanıyor kitabın ismi. 1992
yılında Can’ın ablası Meral’in okuduğu bir şiirden dolayı bir şairin peşine
takılıp ortadan kaybolması, evi terk etmesi üzerine kendini şiire vermesi,
adamasının muhasebesini yapmasıyla ömrünü geçiriyor Can. Fakat bir sonuca
varamıyor. Bazen şiirin gücüne inanıyor bazen ablasının bir kahraman, bazen de
korkak olduğunu düşünüyor. Şiirin gücü derken, aklıma doksanlı yıllarda geçen
bir olay geldi.
Sanıyorum Ahmet Telli ( yanılıyor da
olabilirim ) ve arkadaşları doğuda bir kahvehanede arkadaşlarıyla oturup sohbet
ederlerken bir de şiir okuyor. Çaylarını kahvelerini içip kalkıyorlar.
Sabahında tekrar aynı kahveye gittiklerinde kahvecinin kahveyi kapatıp
gittiğini öğrendiklerinde yanındaki diğer esnafa kahvehane sahibinin nerede
olduğunu, neden açmadıklarını soruyorlar. Kahvehane sahibinin dünkü okuduğunuz
şiirden sonra artık buralarda duramam, yeni yerler görmem, yeni insanlarla
tanışmam gerek diyerek çekip gittiğine dair bir cevap alırlar. Önceki gün o kahvehanede
okunan şiir hangisiydi, gerçekten böyle bir şey yaşandı mı bilmiyorum. Ama şu
açık ki o yıllarda şiirin gücü böyle bir olayın yaşanmasına vesile olabilirdi.
Aynı dönemlerde edebiyata yön veren dergilerin de edebiyat üzerinde oldukça
etkili ve güçlü olduğu, romanda belirtilerek dergide yayımlanan bir şiirin
insan üzerindeki etkisinden bahsedilmiş. Bu anlamıyla bile Tarihi Kırıntılar
ismi isabetli olmuş diyebiliriz.
Şairler görünür olmayı çok severler
Bir şairin peşinden giden ablasından dolayı
şairlere olan kızgınlığını, hırsını röportaj yaptığı her şairin ismini
saklayarak öcünü alacağını sanır Can. Zira şairler görünür olmayı, bilinir ve
konuşulur olmayı çok severler. Aklı sıra şairlerin isimlerini gizleyerek
etkilerini kırıp yok sayabilir. Röportaj yaptığı her şair farklı dönemlerden
ayrı toplumsal aksaklıklara, sorunlara değinmesi yelpazeyi oldukça genişletmiş.
Kimi şair, genç yazarların şişik egolarına,
cahil cesaretlerinden toy öngörülerine, kimi ülke gerçeği diye bayrağın
arkasına saklanan barbarlığa, Vandallığa, kundakçılığa varan ırkçılığa, kimi de
insana duyulan güvenden ve hiçbir zaman bitmeyen, sönmeyecek umuttan bahseder.
İlginçtir ki röportaja katılan bütün şairler yaşlıdır.
Deneysel bir yakarış
İki anlatıcı var romanda; tanrı
anlatıcı ve şairlerin hikâyelerinden oluşan ben anlatıcı. Elbette ki bir de her
bölümün ( şairin ) sonuna konan poetika kısımları. Bu belki bir önceki bölümün
özeti belki şiirin derdini, amacını, kaygısını anlatan biraz deneysel bir
yakarış niteliğinde.
Şairler yazarken bencilliklerinden sıyrılmış olurlar
Çerçevenin
çekiciliği bölümünde, etiketlerimiz, unvanlarımız ve mevkilerimizden
arınırsak hiç de çekici ve güzel olmadığımızı belirtmesi çağımıza sert bir
eleştiri niteliğinde. İnsanlar sevişirken özbenliklerine dönüp daha yalın
olabilirlerken giyindiklerinde tamamen başka birine dönüşebiliyorlar demeye
getirirken bu savını şairlere şöyle uyarlamış yazar; şairler yazarken, kalem
ellerindeyken bencilliklerinden sıyrılmış gibi olurlar. Kalemi bıraktıkları
anda gerçek hallerine dönebiliyorlar. Romanın birçok yerinde eleştiri hâkim.
Bireye, topluma, şaire, sevgiliye, evliliğe, evcilliğe.
“Akşam Rana’yla bir
kültür sanat dergisinin otuzuncu kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlenen
kokteylde buluşuyorlar.” ( sf: 100 ) bu coğrafyada ve bu kültürel ortamda bir
kültür sanat dergisinin otuzuncu yıldönümünü kutlaması herhalde bir ütopyadan
öteye geçemeyeceğini gün geçtikçe daha iyi anlıyoruz.
“Şairlerin vahşi bir
hayvan olarak kimsenin akıl erdiremediği yerlerde dolaştığı zamanlardı.” ( sf:
103 ) Metnin önü ve arkasını da okuduğumuzda az önce bahsettiğim şairlerin,
dergilerin etkisini çok güzel özetlediği gibi benim aklıma, Adnan Yücel, Edip
Cansever, Ahmet Telli, Can Yücel, Cemal Süreya ve elbette romanda ismi geçen
Turgut Uyar gibi şairler geldi.
“Dört bir yanımız orman
gülleriyle kaplıydı, koyu yeşil ve etli yapraklarıyla hiç de evcil olmayan bir
güzellikleri vardı.” ( sf: 105 ) Evcillikteki kastı, uysal, uyumlu, eleştiriden
uzak ve hatta biraz daha ileri gidersek korkak demeye getirdiği tatlı su yazar,
şair ve aydınlardan bahsetmediğini kim söyleyebilir ki.
Dergilerin kısa ömürlü olmasını, kitapların
az basılmasını ve hatta şiirlerin sıçrama yapamamasını, şiiri iyileştiren,
saflaştıran, ileriye taşıyan okurdur, demiş sayfa 107 de.
İnternette yapılan eylemlerde sıramı savdım aklı hakim
Geçmişin karanlığıyla bugünün kasvetli,
umutsuz, örgütlü, kötücül karanlığını ustaca bir birine iliştiren yazar,
insanların nasıl dönüştüğünü, internetten yapılan eylemlerin bir görev
bilinciyle hareket edildiğini, sıramı savdım, üzerime düşeni yaptım aklının
hâkim olduğunu, oysa, “Savaşa Hayır” diye sokağa çıkıp bağırmanın, parkta
eylemlere katılmanın sadece söz değil aynı zamanda ses de olduğunu ( sf: 159 )
belirtmiş.
Röportaj yaptığı her şaire ablasından
bahsetmesi, bırakıp gittiğini söylemesi sonrasında şairlerdeki samimiyeti,
tepkiyi almaya çalışması yer yer bir şikâyet yer yer de bir suçlamayı
andırmasını belirttiği gibi ablasına olan düşkünlüğünün de altı çizilmiş
gibi. Şairin çağrısı bölümünün okuyucuyu yerine kilitleyen atmosferi,
gerginliği ve meraklı bekleyişi başarılı bir şekilde işleyen yazar romanın
tamamına hâkim olan yalın/ karmaşık bir kurguyla işin üstesinden gelmiş.
https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2019/04/11/poetik-bir-serzenis/
Yorumlar
Yorum Gönder