MÜSLÜMANLIK VE TÜRKLÜK KRİZLERİ
Barış Ünlü’nün Türklük sözleşmesi kitabı son dönemlerde Türkiye üzerine yalın bir
dille yazılmış, en kapsamlı, tarihsel belgelere dayanan, bilimsel veriler
üzerinden ilerleyen, bol dipnotlu, 25 sayfaya varan kaynakçasıyla eli ayağı
düzgün bir araştırma kitabı. Kitabı okurken birçok bilgi tanıdık geldiği gibi
resmi tarihçilerin çarpıttığı, sümen altına ittiği yeni bilgilere de ulaşmak
mümkün. 7 şubat 2017 de 686 sayılı Olağanüstü Hal KHK’sıyla mesleğinden ihraç
edilen yazarın gündelik yaşantımıza sirayet eden, davranışlarımızın tarihsel
kökenine yolculuğu konu edinen bir tez kitabı. Atalarımızdan bize miras kalan
ayrıcalıkları, ‘görmeme, duymama, duygulanmama’ hallerinin ilişkilerimize
etkilerini inceleyen bir tarih kitabı da aynı zamanda.
Kitapta altını çizdiğim yerleri kısa pasajlar
halinde vermeye çalışacağım. Bu kısa pasajlardan bile ne kadar kıymetli ve
nadir bir kitap olduğunu göreceğiz. Hangi şartlarda, nasıl bir zorluk ve titizlikle
derlenip toparlandığını, ne kadar zahmetli uğraşlar sonucu ortaya çıktığını gözler
önüne serecektir. Türklük hallerinin ortak paydalarına değinirken kimseyi
kırmadığına, aşağılayıp horlamadığına ve suçlamadığına her kelimede, her
cümlede her paragrafta şahit olmak mümkün.
Beyazlık
üzerine düşünmek bölümünde feminizme değinirken, bir literatür olarak
beyazlık çalışmalarının öncüsü sayılan iki sosyal bilimciden Peggy McIntosh ve
Ruth Frankenberg’in beyaz olmalarının tesadüf olmadığına değinir. ‘McIntosh’a
göre, bu ve benzeri imtiyazların büyük bölümü Beyazları rahat, güvenli,
konforlu, kaygısız kılan, gündelik kamusal hayatta evlerindeymiş gibi
hissetmelerini sağlayan ve aslında herkeste olması, yani imtiyaz olmaması
gereken imtiyazlardır.’ ( sf: 34 )
‘Daha açık söylemek
gerekirse, imtiyaz, kişinin nasıl göreceğini, düşüneceğini ve duygulanacağını
şekillendirir; aynı şekilde, imtiyazın yokluğu da şekillendirir.’ ( sf:36)
Beyazlığın ve Siyahlığın nasıl birlikte
doğup değiştiğini incelerken, Türklük hakkındaki ipuçlarına da Beyazlık
araştırmalarında rastladığından bahseden yazar ilerleyen bölümde şöyle der;
‘Siyahlar Beyazların karşısındayken bir maske takmak zorundadırlar, çünkü
gerçek duygu ve düşüncelerini açıklamak risklidir ve iktidar ne kadar tehdit
ediciyse maske o kadar kalındır.’ ( sf: 38 )
Bilgiye karşı olan ilgisizliğiyle bilgisiz kalır
Irksal
Sözleşme ve Beyazlık Çalışmaları alt başlığında,
‘Beyazlar sorumluluk, suç ortaklığı, suçluluk gibi duyguları yaşamamak için ırk
meselesiyle ilgili bilgisizliklerine dört elle, tutkuyla sarılırlar. Bu tutku
bir direniş ima eder; zira kişi bilgi yokluğundan değil, bilgiye karşı olan
ilgisizliğiyle bilgisiz kalır.’ ( sf: 60) diyerek, imtiyazın beyazlar ve güçle
olan bağlantısını da şöyle kurar; ‘Bu bilgisizlik aynı zamanda bir imtiyazdır,
çünkü bir toplumda ancak güçlüler bilgisiz kalma lüksüne ve hakkına
sahiptirler.’ ( sf: 61)
Beyazlığın sıvı, katı ve gaz halleri
Troy Duster’den ödünçle Beyazlığın sıvı,
katı ve gaz hallerinin olduğunu, tek Siyahlığının da olmadığını, ‘Siyahlar
arasındaki cinsiyet eşitsizlikleri ve –özellikle son 30-40 yıldır Siyah bir
orta sınıfın büyümesiyle birlikte- sınıf düzlemindeki bölünmeler ve çelişkiler
artık çok daha fazla dikkat çekiyor ve analiz ediliyor.’ ( sf: 76)
Müslümanlık sözleşmesi
Müslümanlık
Sözleşmesi bölümünde Anadolu’nun Müslümanlaştırılmasını ve
Gayrimüslimlerden arındırılması sürecini Osmanlıdan Kurtuluş savaşına gelen
sürece mercek tutarak incelemiş yazar. II. Mahmud’un son dönemlerinde
tebaasının aynı kıyafetler giymesi gerektiğine dair yasasıyla yeni bir
anlayışın işaretlerini vermesi uzun sürmez.
Müslüman’ı camide, Hırıstiyan’ı kilisede, Musevisini de Havrada farklı
kıyafetlerle fark etmek isteyen padişahın hayali kısa sürer. ‘Osmanlı
Müslümanları arasında aşağıdan yükselen İslami tepkileri ve orta tabakadan
yükselen siyasal İslamcılığı, yukarıdan kararlı bir devlet projesine, yani
Müslümanlık Sözleşmesi’ne dönüştüren II. Abdülhamid oldu. Anayasanın mimarı
Osmanlıcı Mithat Paşa’yı sürgüne göndermesi, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşını
bahane ederek meclisi kapatması ve anayasayı askıya alması Tanzimat Dönemi’nin
ve Osmanlılık Sözleşmesi’nin sonunu işaret ediyordu.’ ( sf: 92)
Osmanlı ve İran’a karşı 1879’daki Şeyh
Ubeydullah Kürt İsyanını 1881 yılında bastırmayı başaran Abdülhamit, bu isyandaki
Ermeni tehdidinin de etkisini fark edip, ‘1890 yılında yaklaşık altmış alaydan
oluşacak Hamidiye Alaylarını kurdu. Janet Klein’e göre, Abdülhamid’in alayları
kurarken üç temel amacı vardı: olası bir Rus saldırısına karşı düzenli
orduların yanında savaşacak bir güç oluşturmak ve sınır güvenliğini sağlamak;
Ermeni isyan ve kalkışmalarını bastırmak ve Kürdistan’ı alaylar yardımıyla
yöneterek olası bir Kürt ayrıkçılığını önlemek.’ ( sf: 97)
İttihat ve Terakki’nin güç kazandığında
sınır dışındaki Müslümanları isyana teşvik etmek, istihbarat toplamak ve savaş
durumunda ülke içindeki hain ve güvenilmez unsurları rahatsız edip, taciz
ederek gerektiğinde çeteler vasıtasıyla katletmek için 1913’de Teşkilat-ı
Mahsusa’yı kurar. ‘Etnik şiddet patlamalarında özellikle üç kitlesel duygu öne
çıkmaktadır. Korku, nefret ve hınç. Korku, güvenlik duygusunun yokluğunda
ortaya çıkar ve güvenlik arar; nefret, tarihsel ihtilaflardan doğar ve intikam
peşindedir; hınç, statü ve güç hiyerarşisinde teorik olarak altta olması
gereken bir grubun pratikte üste olmasından kaynaklanır ve o grubun hak ettiği
yere, yani aşağı indirilmesini amaçlar.’ (
sf: 142)
1924 Anayasası Türklük Sözleşmesi'nin belgesidir
Türklük
Sözleşmesi bölümünde, nasıl ki 1921Anayası Müslümanlık sözleşmesinin
belgesiyse, 1924 Anayasası da Türklük Sözleşmesinin belgesidir şeklindeki
yaklaşımıyla Müslüman halklar arasındaki yatay ve müzakereci niteliği de
sonlandırma misyonuna sahip bir Anayasa olduğunu belirterek, adem-i
merkeziyetçilikten merkeziyetçiliğe terfinin de belgesi niteliğindedir.
Sözler tutulmadı
‘… İttihatçı ve
Kemalist liderlikler Müslümanlık Sözleşmesi süresince, Kürtlerin desteği hayati
olduğu için en çok Kürtlere özen gösterdiler, en çok Kürtleri ikna etmeye
çalıştılar ve özellikle Kurtuluş Savaşı boyunca eşitlik ve özerklik gibi sözler
vermek zorunda kaldılar. Fakat Kurtuluş Savaşı’nın kazanılıp Türkiye Cumhuriyetinin
kurulmasıyla birlikte, yatay Müslümanlık Sözleşmesi yukarıdan daraltıldı;
gündelik dille söylenirse, “söz”ler tutulmadı.’ ( sf: 179)
Yazarın kendisinin de
içinde olduğu birçok ( onlarca ) akademisyenin mağdur edilmesine, görevden
alınmasını şöyle özetlemiş. ‘Örneğin bir akademisyen veya bir gazeteci, Türklük
Sözleşmesi’nin yasakladığı konularda bilimsel çalışma üretmiyorsa, haber
yapmıyorsa ya da tavır almıyorsa, bu sözleşmeye katılmak ve sözleşmeyi yeniden
üretmek demektir.’ ( sf: 183)
Dikey Türklük
Sözleşmesi’nin dayatabilme gücüne sahip olmanın ilk şartı şiddet araçlarının
merkezileştilimesinden geçtiğini şöyle açıklamış yazar; ‘Şiddet tekeli nosyonu
Max Weber’in ünlü modern devlet tanımını akla getiriyor: “Devlet, belli bir
arazi içinde, fiziksel şiddetin meşru kullanımını tekelinde ( başarıyla )
bulunduran insan topluluğudur.’ ( sf: 187)
Türklük imtiyazları
Son olarak Türklük İmtiyazları bölümüne de kısaca değinip toparlarsak, bu
bölümde daha çok Türklük Sözleşmesi’nin günlük ve kamusal hayatımızdaki şekillendirici
gücünden bahsetmiş yazar. 1920’li yıllarda “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyaları
ile Türkçe konuşmaya davet edilerek, Türkçe konuşmayan Türk değildir denilerek
başka diller üzerindeki baskıyı da özetlemiş. ‘Bir dili konuşmayı bırakan kişi
eğer gerçekten bırakmışsa, yani sadece kamusal hayatta değil ama özel hayatında
da o dili konuşmamaya başlamışsa, o dilde düşünmeyi ve duygulanmayı da
bırakır.’ ( sf: 211)
‘Dolayısıyla, bilgiyle
duygu arasındaki ilişki düşünüldüğünde, Türkiye’de duyguları düzenleyen
duygusuzluk sözleşmesi ile bilgileri düzenleyen bilgisizlik sözleşmesi arasında
yakın bir bağ vardır.’ ( sf: 222)
Kitap daha birçok sözleşmeden bahsederken ikiyüzlülüğümüze
de ayna tutmayı ihmal etmiyor. Son dönemdeki Türklük Krizinden de ayrıntılı öreklerle
açıklamalar yapıyor. ‘Sosyal medya hesaplarının önüne TC ibaresinin eklenmesi,
araba camlarına Atatürk çıkartmaları yapıştırılması, ev camlarına Atatürk
posterleri asılması ve vücutlara Atatürk dövmeleri yaptırılması güçsüzlüğü
kısmen telafi eden, belli bir güçlülük duygusu veren yaygın yöntemler olarak
ortaya çıktı.’( sf:306)
https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2019/04/18/osmanlidan-gunumuze-muslumanlik-ve-turkluk-krizleri/
Yorumlar
Yorum Gönder