GELMEYEN HAYALET
Mehmet
Eroğlu’nun Kötü Adamın On Günü romanı bu serinin ilk kitabının devamı
niteliğinde. İyi Adamın On Günü’ndeki Sadık kaldığı yerden devam ediyor. Bütün
sorunlarını, dertlerini, görevlerini ve ödevlerini bu on günde çözüyor; aslında
kendisine verilen süre içinde desek de olur. İlk kitaptaki kararsız Sadık’ın
yerine daha emin, daha pratik ve belki daha kötü Adil gelmiş. Kendisini ne
kadar kötü olduğuna ikna etmeye çalışsa da aslında yeni ismi olan Adil’e daha
yaraşır davranıyor.
Karısını ve çocuğunu kaybettikten sonra
hayata küsen Sadık’ı ilk kitapta aşina olduğumuz Abi’nin adamları Hüso ve
Zeynel aldıklarında, Sadık oturamayacak kadar kuyruk sokumunda çatlak,
kafasında kocaman bir delik ve yara bere içinde olduğunu görüyoruz. Yeni görevi
Ferhat adında birini bulmaktır; ama sadece bulmak. Altı yıl cezaevinde yatan
eski avukat yeni turizmci ve dedektifin adı Abi’nin nezdinde artık
SadıkAdil’dir.
Sistemin hiyerarşisi

Daha önce uyuyabilmek için ona kadar sayan
Sadık bu bölümde Hamlet’ten yardım dileniyor. Uyumadan önce bir dua gibi
okuduğu Hamlet dizelerinin pek faydasını görmese de yazar okuyucuya bir Hamlet
ziyafeti çektirmeyi başarıyor. İlk bölümdeki Dostoyevski gitmiş yerine
Shakespeare gelmiş.
Çok boyutlu karakterler

Oldukça cesur, gözü kara, anlık çözüm
bulabilen, sevdiklerine zarar gelmemesi için kendini ateşe atmaktan çekinmeyen
acı ve ağrı kesici müptelası Adil kötü biri mi? Ne kadar ben artık kötü biriyim
dese de ve bunun ipuçlarını, ‘Aptal köylünün teki’ ( sf: 26 ), ‘… köylü
kabalığı dediğimiz şey kaybolmuş.’ ( sf: 34 ) diyerek yavaş yavaş evrildiğini,
ayrımcı, ötekileştirici ve aşağılayıcı bir dil kullanarak okuyucuya böyle
olduğunu anlatmaya ve inandırmaya çalışsa da aslında ilerleyen sayfalarda öyle
olmadığını görürüz. Yaptığı daha çok, ihtiyacı olana yardım etmek ve kötü olana
gerekli cezayı kesmek. Kötülük yapanlara, tertipleyenlere, düşünenlere karşı
oldukça adil. Anladıkları dille cevap veriyor, hareket ediyor ve kendi
alanlarında nasıl canları yanacaksa, acıyacaksa üslubu o şekilde oluyor.
Dönem insanı
Sevgi ya da aşk insanı değiştirebilir mi?
Aslında her şey insanı değiştirebilir. İlk bölümden bu ya iki yaş daha büyüyen
Pınar haliyle değişmiş de. En çok da sahiplenmekten, korunmaktan ve
kollanmaktan memnun. Bu memnuniyetliği karakterin kişiliğine yansıtarak hareket
etmesini sağlamak dediğim gibi yazarın ince düşünülmüş mahareti. Yas tutmanın
sevmeyi unutturduğunu iddia eden yazar, ‘Sevmek eylemdir’ ( sf: 175 ) diyerek Pınar nezdinde sevgiyi, aşkı ve acıyı
sorguluyor.
Gençlerin kullandığı jargonu, nerelere
takıldıklarını, ne yiyip içtiklerini, mekân adlarındaki özensiz özentileri ve
en önemlisi de buralara ne için gittiklerini, ‘İnstaada paylaşmayacaksam burada
yemenin ne anlamı var’ dedirterek dönem insan tipini çok güzel özetleyen yazar,
gençlere ders vermeyi de şu sözlerle özetliyor, ‘İnsan aşık olduğunu terk
edebilir ama sevdiğini asla’ ( sf: 129 )
İki serinin sonunda da, seven, güzel ve şuh
kadını kapan başkarakter ( birinci tekil anlatıcı aynı zamanda ) için
fahişelerin dostu demenin çok da absürt kaçmayacağını düşünerek şunu da not
düşmenin zararı olmayacağı kanaatindeyim. Pınar karakterinin neden
bacaklarından başka bir uzvu yok?
*** https://oggito.com/icerikler/gelmeyen-hayalet/65040
Yorumlar
Yorum Gönder