VİCDAN OTOPSİSİ
Ercan Kesal “Peri Gazozu” kitabında açık
açık takiye yapıyor! Sözü hiç eğip bükmeye, uzatmaya, takla attırmaya gerek
görmeden bunu söylersem Peri Gazozu’nu karalamış olmam. Babasının küçük, mütevazı
imalathanesinde ürettiği peri gazozlarının tılsımını, sihrini, her kapıyı
(özellikle sinemanın ) açan tadını anlatacağını söyleyip kitabın ismini de bir
güzel Peri Gazozu koyduktan sonra ha bire vicdanlarımızın kararan yerlerini
inadına tekrar ederek anlatması takiye değil de nedir? Gazozun damağımızda
bırakacağı o özel tadı hayal ederken o kalkıp vicdanlarımızın otopsisine
girişerek yediğimiz her lokmayı, içtiğimiz her yudum suyu boğazımıza diziyor.
Hangimiz boğazımızda bir yumrukla dolaşabilir ki? (Boğazında kayısı
çekirdeğiyle dolaştığını sanan “Yalan” öyküsündeki adamın durumu elbette ki bu
söylediğimin dışında bir şey.)
Peri Gazozu’nu okurken aklıma bin bir
zorluklarla, yokluklar ve çaresizliklerle çekilmiş eski siyah beyaz Türk
filmleri geldi her defasında. Anlatıcının sinematografik anlatışı da benim
böyle düşünmemde etkisi vardır belki.

Yazar her öyküyü aynı yere bağlar ve tek
soruyu başka şekillerde sorar; vicdanınız nerede? Komşusu açken tok olan ne Müslüman’dır
ne de insandır diyerek; “insan olmak, kendi mutlu olduğu şeyleri yanındakilere
iletmektir.”
“Çok sevdiğiniz bir
şeyi ağzınıza götürdüğünüzde aklınıza gelen şey aslında kim olduğunuzu da
söylüyor, farkında mısınız?”
“Cumartesi annelerine
destek için gittiğimde, bir annenin kaybolan çocuğunun kemiklerini bulsam
omzumda taşıyacağım” demesinden sonra utancından omzumdaki oğlunu indirişi gibi
birçok benzer davranış ve anlatıdan da gördüğümüz kadarıyla vefalı bir oğul ve yazarla
karşı karşıyayızdır. “Ey zebaniler, ey korku tüccarları, ey kibir heykelleri,
vicdan fakirleri, zalimler! Bırakın kuzuların önünü. Geçip gitsinler ırmağın
öte yanına. Anneleri bulur kokusundan onları. Mutlaka bulur. Bırakın
kucaklaşsınlar.” (s.121) Aynı zamanda da vefalı, vicdanlı, duyarlı bir insandır
yazar.
“Hadi, önce kendinizi
kurtararak başlayalım şu işe.” (s.191) derken bireysel kurtuluştan, gemisini
yürüten kaptan demekten ziyade vicdanlarımızdaki kararmış odalardan bahsediyor
yazar.
Her öyküden sonra tadınız kaçar, huzursuz
olursunuz, umudunuz söner, içiniz şişer, karanlık olur her yer. Bunca
cahillikten, yokluktan, yoksulluktan, çaresizlikten sonrası yoktur dedikçe bir
yenisi çıkar karşınıza. Okudukça “Bunları yaşayan ben olsaydım acaba böyle mi
davranırdım?” Sorusunu sık sık sorarsınız kendinize. Onca şeyden sonra acaba bu
kadar sağlam sinirlerim olur muydu, vicdanım hala ayakta kalır mıydı diye?
Her öyküde aynı şeyi beklersiniz; mucize!
Mucizelere inanmasanız bile bir mucizenin, yaşanan, yaşanacak olan o trajediyi
ortadan kaldırmasını beklersiniz beyhude bir şekilde. Vefalı bir oğuldan
bahsetmiştik ya, yazar birçok şeyi bir hekimin soğukluğuyla, soğukkanlılığıyla
anlatsa da-ki bu biraz insanın yabancılaşmasına işaret eder- tezat gibi görünse
de her öyküden sonra kalkıp bavulunuzu toplayarak anne babanızı ziyarete gitmek
isteyeceksiniz.
“Hiç klasik otopsiye gerek yok” Ercan
Kesal’in Peri Gazozu’nda geriye tek bir öykü kalıyor; adına ister insanın
sıcaklığı deyin ister başka bir şey, kitaptaki öyküleri toplasanız ve adına da
vicdan deseniz eğreti durmaz. Yazar vicdanlarımızın otopsisini öyle bir
ustalıkla yapıyor ki bize çaktırmadan, oturduğunuz yerde bir yerlerinizin
yandığını, sızladığını hissedersiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder