ŞEHİR PATOLOJİSİ
Daha on beş dakika olmuştu Topkapı’dan
ayrılalı ki otobüsümüz aniden sert bir frenle durdu. Her kes öne doğru
birbirinin üzerine binince, uğultu başladı tabi. Ne oldu niye oldu diye dışarı
baktığımızda, buna bir taksinin sebep olduğunu gördük. Şoförümüz selektör
eşliğinde hafif bir gülümsemeyle taksiciye selam verip geçti. Böyle olsaydı
fena olmazdı ama olmadı, bizimki(şoför) gaza yüklenip taksiyi geçerek aynı
freni bize bir daha tattırdı. El frenini sertçe çekmesi bizi yerlerimize
oturttu. Koşarak durdurduğu taksinin kapısına yanaşıp bir kuşu sever gibi
yavaşça camına dokundu parmağıyla. Taksici camını büyük bir özgüvenle ardına
kadar indirdikten sonra bizimkine: “kusura bakmayın, özür dilerim” deyince
bizimki mahcup bir şekilde: “asıl siz kusura bakmayın, kabahat benimdi, iyi
akşamlar” deyip ayrıldılar, biz de yolumuza devam ettik. Hayır, böyle olmadı tabi
ki. Ne özür dilediler ne de özür dilemesini beklediler. Şoförden önce muavin
can havliyle kendini dışarı atıp taksicinin arabasını tekmeleyerek hırsını
aldıktan sonra zorla açtığı kapıdan taksiciyi dışarı çekmeye çalıştı. Boğmak
üzereydi ki nihayet bizimki taksicinin imdadına yetişti de kurtardı adamcağızı.
Böyle de olmadı; bizimki öyle bir hırsla gitti ki: “bırak onu ben
boğazlayacağım, o benim hakkım” diyerek muavini bir hareketle fırlattı kenara.
Otobüstekiler taksicinin son nefesini vermek üzere olduğunu görünce koşup gidip
kurtardılar adamı. Ne yazık ki böyle de olmadı. Yolcular da küfür ede ede
taksicinin üzerine çullanınca koşarak adamcağızı kurtarmak için epey bir ter
döktüm. Evet böyle olmadı, koltuğumda olanlara bakıp bakıp gülmenin ve şenliğe
bak, akşam akşam ne eğlendim diye içimden geçirmem bana pahallıya patlamıştı. O
otobüsten inmiş içinde Vivaldi çalan otobüsü beklemeye başlamıştım, tesellim
düşünce de eve sabaha karşı dörtte varabilmiştim.
Yorumlar
Yorum Gönder