PATOLOJİK ROMAN OLARAK SİNEKLERİN TANRISI
Sıkıcı bir çocuk romanı gibi başlıyor Sineklerin
Tanrısı romanı. Ancak romanın içine girdikçe, konuyu ve olayı anladıkça
işin boyutu değişiyor ve artık bir çocuk romanı okumadığınızın ayrımına
varıyorsunuz. Kahramanların hepsinin çocuk olması bu gerçeği değiştirmiyor.
Jack’in ya da Ralph’ın yaptıklarını, düşündüklerini okudukça kaç yaşında
olduklarını önemsemiyorsunuz.

Yazar karakterleri birer formülle
yerleştirmiştir adeta. Her karakter bir yönümüzü, hırsımızı, egomuzu temsil
eder sanki. Jack zorbadır ve barbarlığı temsil eder. Ralph serinkanlı ve lider
ruhludur; uygarlığı temsil eder. Adını bilmediğimiz Domuzcuk lakaplı şişman
çocuk ile Simon’sa aklı, bilgeliği temsil ederler. Ne oluyorsa Jack’ın ortaya
çıkmasıyla oluyor. Bu zamana kadar kimse liderin kim olacağına dair kafa
yormazken, Jack, Ralph’ın çocuklar üzerindeki sahiplenmeci, yönlendirici,
kollayıcı etkisini görünce lider seçmeliyiz diye tutturmasıyla işler iyice
karışır. Gerçi Ralph’ın elinde şeytanminaresi diye tabir ettikleri deniz kabuğu
vardır ve bu alet tılsımlı gibi durur. Çaldıkça bütün adaya yayılan, bütün
canlıların dikkatini çeken sihirli bir sesi vardır. Ve bu alet de öyle
kudretlidir ki çocuklar farkında olmadan alet kimdeyse onu lider seçerler. Deniz
kabuğu gücü temsil ettiğinden o ana kadar kimdeyse güçlü odur ve lider olması
en muhtemeldir. Bu seçimden sonra da doğal olarak bir iktidar savaşı başlar
Jack ve Ralph arasında. Aslında bunu başlatan, hazmedemeyen Jack’dir.
Yaşları on üç’ü geçmeyen çocuklar bulundukları
adada kurtulmak için çare ararlarken Domuzcuk’un önerisiyle büyük bir ateş
yakılmalı ve sönmesine izin verilmemelidir ki denizden geçen bir filika, gemi
dumanı görerek bunları kurtarmaya gelebilmelidir. Hiç sönmeyen ateşi pek
beceremezlerse de ellerinden gelen imkânları kullanmaktan geri kalmazlar. Issız
adada ateş yakmanın da kolay tarafı yoktur ve yine yardımlarına Dmuzcuk’un
gözlük camları yetişir. Bu arada Domuzcuk, şişmandır, gözlüksüz görmeyecek
kadar kördür ve astımı vardır, bu özellikleri Jack tarafından hep
aşağılanmasına, horlanmasına ve dışlanmasına sebep olur. Çünkü Jack aynı
zamanda faşist ruhlu biridir. Akşam olunca çocukların ıssız adadaki korkuları
ayyuka çıkar ve bu korkuları korkacak bir canlı yaratmalarına(inanmalarına)
sebep olur. Artık hışırdayan bir yaprak ya da köpüren deniz veya bir kayanın
gölgesi birer canavar potansiyeli taşıyabilirdir. Ölü bir paraşütçüyü bile
canavara çevirmeleri adada bir canavarın yaşayabildiğinin en büyük kanıtıdır
artık. Her daim didişen, rakip olan birbirinin açığını kollayan Jack ve
Ralph’ın bu canavar karşısında anında bir olmalarını, yazar dış düşmana karşı
olan refleksimizi ölçmüştür sanki.
Konu çocuk olur da her şey bir oyun olmaz
mı? Gerektiğinde çadır kurmak da, avlanmak da ateş yakmak da bir oyuna
dönüşebiliyor adada. Yeryüzü cenneti diyebileceğimiz adanın bir cehenneme
çevrilişinde Jack’ın payı büyüktür. Şeytanminaresinin kırılışından sonra- ki
bunu da Jack yapmıştır- işler çığrından çıkar ve aslında ölü olan bir canavarın
yeniden öldürülmesi sonucu Jack artık korkusunu da yenmiştir. Adeta ilkel
kabile dönemine geri döner, yüzünü boyar, savaş dansı yapar, yaptırır çetesine.
Davranışlarıyla, tutkuları, hırslarıyla Jack’ın aslında neyi temsil ettiği çok
açık ve nettir.
Sineklerin tanrısı romanını aslında iyi ile
kötünün, eski ile yeninin, vahşi ile kentlinin, uygarlık ile barbarlığın
çatışması şeklinde okuyabiliriz.
Yorumlar
Yorum Gönder