PATOLOJİK ROMAN OLARAK SİNEKLERİN TANRISI




   Sıkıcı bir çocuk romanı gibi başlıyor Sineklerin Tanrısı romanı. Ancak romanın içine girdikçe, konuyu ve olayı anladıkça işin boyutu değişiyor ve artık bir çocuk romanı okumadığınızın ayrımına varıyorsunuz. Kahramanların hepsinin çocuk olması bu gerçeği değiştirmiyor. Jack’in ya da Ralph’ın yaptıklarını, düşündüklerini okudukça kaç yaşında olduklarını önemsemiyorsunuz.
   Savaşta ıssız bir adaya düşen uçaktan sağ kurtulan çocukların etrafında dönüyor roman. Yazar, adayı en ince ayrıntısına kadar öyle tarif edip anlatıyor ki sahildeki kumun renginden ağaçların yapraklarına, köklerinin giriftliğine, dağın yüksekliğinden suyun berraklığına kadar hiçbir detayı kaçırmaz; okuyucuyu adeta adada dolaştırır. Adayı bu gezegenin cenneti şeklinde betimler ve okuyucu da işler sarıp sarmalamayana kadar cennet de dolaştığını sanır.
   Yazar karakterleri birer formülle yerleştirmiştir adeta. Her karakter bir yönümüzü, hırsımızı, egomuzu temsil eder sanki. Jack zorbadır ve barbarlığı temsil eder. Ralph serinkanlı ve lider ruhludur; uygarlığı temsil eder. Adını bilmediğimiz Domuzcuk lakaplı şişman çocuk ile Simon’sa aklı, bilgeliği temsil ederler. Ne oluyorsa Jack’ın ortaya çıkmasıyla oluyor. Bu zamana kadar kimse liderin kim olacağına dair kafa yormazken, Jack, Ralph’ın çocuklar üzerindeki sahiplenmeci, yönlendirici, kollayıcı etkisini görünce lider seçmeliyiz diye tutturmasıyla işler iyice karışır. Gerçi Ralph’ın elinde şeytanminaresi diye tabir ettikleri deniz kabuğu vardır ve bu alet tılsımlı gibi durur. Çaldıkça bütün adaya yayılan, bütün canlıların dikkatini çeken sihirli bir sesi vardır. Ve bu alet de öyle kudretlidir ki çocuklar farkında olmadan alet kimdeyse onu lider seçerler. Deniz kabuğu gücü temsil ettiğinden o ana kadar kimdeyse güçlü odur ve lider olması en muhtemeldir. Bu seçimden sonra da doğal olarak bir iktidar savaşı başlar Jack ve Ralph arasında. Aslında bunu başlatan, hazmedemeyen Jack’dir.
   Yaşları on üç’ü geçmeyen çocuklar bulundukları adada kurtulmak için çare ararlarken Domuzcuk’un önerisiyle büyük bir ateş yakılmalı ve sönmesine izin verilmemelidir ki denizden geçen bir filika, gemi dumanı görerek bunları kurtarmaya gelebilmelidir. Hiç sönmeyen ateşi pek beceremezlerse de ellerinden gelen imkânları kullanmaktan geri kalmazlar. Issız adada ateş yakmanın da kolay tarafı yoktur ve yine yardımlarına Dmuzcuk’un gözlük camları yetişir. Bu arada Domuzcuk, şişmandır, gözlüksüz görmeyecek kadar kördür ve astımı vardır, bu özellikleri Jack tarafından hep aşağılanmasına, horlanmasına ve dışlanmasına sebep olur. Çünkü Jack aynı zamanda faşist ruhlu biridir. Akşam olunca çocukların ıssız adadaki korkuları ayyuka çıkar ve bu korkuları korkacak bir canlı yaratmalarına(inanmalarına) sebep olur. Artık hışırdayan bir yaprak ya da köpüren deniz veya bir kayanın gölgesi birer canavar potansiyeli taşıyabilirdir. Ölü bir paraşütçüyü bile canavara çevirmeleri adada bir canavarın yaşayabildiğinin en büyük kanıtıdır artık. Her daim didişen, rakip olan birbirinin açığını kollayan Jack ve Ralph’ın bu canavar karşısında anında bir olmalarını, yazar dış düşmana karşı olan refleksimizi ölçmüştür sanki.
   Konu çocuk olur da her şey bir oyun olmaz mı? Gerektiğinde çadır kurmak da, avlanmak da ateş yakmak da bir oyuna dönüşebiliyor adada. Yeryüzü cenneti diyebileceğimiz adanın bir cehenneme çevrilişinde Jack’ın payı büyüktür. Şeytanminaresinin kırılışından sonra- ki bunu da Jack yapmıştır- işler çığrından çıkar ve aslında ölü olan bir canavarın yeniden öldürülmesi sonucu Jack artık korkusunu da yenmiştir. Adeta ilkel kabile dönemine geri döner, yüzünü boyar, savaş dansı yapar, yaptırır çetesine. Davranışlarıyla, tutkuları, hırslarıyla Jack’ın aslında neyi temsil ettiği çok açık ve nettir.
   Sineklerin tanrısı romanını aslında iyi ile kötünün, eski ile yeninin, vahşi ile kentlinin, uygarlık ile barbarlığın çatışması şeklinde okuyabiliriz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KARDEŞİMİN HİKAYESİ

İKİ AYRI KİTAP

SOLMASIN GÜLÜŞÜN