BENDE ÖLEN SENSİN: MİRAS
Sanıyorum 2015 yılıydı Hakan Bıçakçı’nın Doğa Tarihi romanını okuyunca önce bir şaşırmış sonra da gıptayla kıskanmıştım; bir erkek bir kadını nasıl bu kadar iyi yazabilir diye. Bir kadının ruhunu bu kadar yakından anlayabilmesi, anlatabilmesi için ne yapmış olabilir diye için için yedim kendimi. Aynı duygu Irmak Zileli’nin Bende Ölen Sensin’i okuyunca yeniden nüks etti. Elbette aradan geçen yedi yılın sonunda bunun nasıl mümkün olabileceğine dair sorunun cevabını çok çalışarak diye belledim. Nihayetinde bu tezimi Irmak Zileli yaptığı bir söyleşide, roman üzerinde üç yıl çalıştığını, kendisini çok zorladığını söyleyerek bu tezimi de doğrulamış oldu. Çok çalışmak her şeyin cevabı olur mu o kadarını bilmiyorum.
Cesur kadınlar
Her şeyden önce şunu belirtmekte fayda var Irmak Zileli gerçekten de çok
cesurca bir işe imza atmış. Yanında duran Genel Yayın Yönetmeni de bir
kadın olan yayıncısının da hakkını vermek lazım. Zira biz erkekler böyle
bir işe destek verir miydik pek emin değilim; kadınlar daha cesur.
Kadın erkek derken iş başka bir boyuta kaydı, bu kulvardan bir an önce
çıkmazsam zılgıtı yiyeceğim. İki satır bir şey yazarken bile toplumsal
baskıymış, mahalle baskısıymış, o ne dermiş, iyi ama bu da böyle
söylenmez ki derken kendi kendimize koyduğumuz o lanet oto sansür bazen
iyi eserleri ne yazık ki gizliyor, heba ediyor. Irmak Zileli bunu
yapmayarak dil bağlarından kurtularak yazmış.
Volkan ataerkil kültürle büyütülen, erkekliği bir nimet, üstünlük olarak
gören, başarısızlığın hiçbir türlüsüne gelmeyen, sert olmasa da sert
görünmek isteyen, ağlamayı zayıflık olarak addeden, yanındaki kadınları
koruma görevini gizli bir şekilde üstlenen biridir. Çok küçükken
annesini kaybettiğinden asker emeklisi ya da Kıbrıs Gazisi demek daha
doğru olur babasıyla baş başa kalmıştır. Aslında bu baş başa kalma da
daha çok romanın ikinci yarısında gerçekleşen bir birlikteliktir. Bu
kısmı da belirtmekte fayda var; romanın, ismi konulmayan birinci ve
ikinci bölümleri var. Eee erkeklik kimseye baki değil.
Birinci bölüm: “Erkekliğin” tavan yaptığı, maçoluğun ilminin yazıldığı, erkek adam hata yapmaz, yaparsa adam değildir.
İkinci bölüm: “Erkekliğin” sorgulandığı, yanlışı nerede aramak lazım adlı gizli ama hummalı çalışma.
Karakter yaratmadaki ustalık
Irmak Zileli karakter yaratmasını çok iyi bilen bir yazar, bu romanda da
akılda kalan karakterler yaratmış. Bu bir karakter romanı desek elbette
ki eksik söylemiş oluruz. Ama düz ve yuvarlak karakterlerin altını o
kadar kalın kalemle çizmiş ki karıştırmak mümkün değil. Olay örgüsünü
geliştiren ve ana karaktere ışık tutan araçsal karakterler bir süre
sonra elinizi bırakıp gider. Kalıcı olan ve bellekte iz bırakan, tek bir
özelliği olan, eser boyunca değişmeyen düz karaktere Volkan’ın babası
Zafer’i, metin ilerledikçe değişen, dönüşen ve şaşırtıcı davranan
dairesel karaktere de Volkan’ı cuk diye oturtmuş yazar.
Güzel kadın kimdir?
Eril kültürle büyütülen Volkan, ikili oynadığını sandığı kızlara karşı
bozuluyor ama gel gör ki beş dakika sonra başka bir kadınla sevişiyor.
Kendi isteği her şeyden önemli olan başkarakterimiz bedensel bir boşalma
yaşamadığı kızlara da o hakkı fazla görür ve hemen uzaklaşır. Her kadın
güzel olmalıdır, çirkin kadınla konuşulmaz, zaman kaybedilmez. Nedir
güzel kadın: anlayışlı, şehvetli, histerik ve cilveli olmalıdır. Ayrıca
klitorisi dışarı sarkmamış, genital bölge kıllardan arınmış, kalçalar
asker çantasını andıracak şekilde olmamalı; sıkı olmalı, memeler
silikonluymuş gibi dik ama doğal olmalıdır.
Erkek, cinsel bir uyarılma yaşayamıyorsa bu kendisinden değil tamamen
karşısındaki partnerinden kaynaklanan bir eksiklik ve kusurdandır.
Birini ziyarete giderken çiçek götürmek romantikliğe işaret eder ki bu
zayıflık belirtisidir, o kapıyı aralamaya gerek yoktur. “Ne oğlum, sen
romantik misin?” sorusuna mazur kalabilirsin ki bu da zaten bir sorudan
çok bir yargılama, dışlama, aşağılamayı içermektedir.
Yanlışlarımla beni saklayacak bir liman
Bu erkeklik inşasında, bedelli askerliğin yedi günahtan biri olduğunu
her seferinde karakterin aklına sokarken, cinsel performans üzerinden de
ezilmek ya da yücelmeyi de işlemeyi unutmamış yazar. Cinsellik erkeğin
yüz akıdır, onunla var olur onunla yok olur. Konuşmasına da
hareketlerine, tavırlarına, ilişkilerine de bunu olanca doğallığıyla
yansıtır yansıtmasının hiçbir mahsuru da olmaz. Erkeğin dengesini bozan
iki şey vardır: başarısız bir iş girişimi; iflas etmek ve dişini
gösteren, haklarının farkında olan, erkeğe boyun eğmeyen, okumuş,
çalışan bilinçli kadın (ki bu tanıma da Avukat Şenay oturuyor).
İşler yolunda gidince kadınlara pislikmiş gibi davranan, kötü gidince
destek isteyen, ‘yanımda ol’ diyerek yalvarmaya kalkması bir tür sığınma
halini andırsa da aslında bu bir zayıflık göstergesi değil bizzat
kendinde gördüğü bir haktır.
Bütün aileler birbirine benzer…
Yazar o kadar güzel kuruyor ki bu temeli, romanın her aşamasında
öncesini ve sonrasını görmek, kestirmek mümkün. Köşe başlarına koyduğu
aynalardan kendini yakalama oyunuyla erkeklerin her haline şahit
olmamızı sağlıyor. Arkadaşlarıyla uzun zaman sonra görüştüğündeki erkek
muhabbetini en ince detayına kadar yakalayan yazar, bizi, arkadaşı
Erdinç’in oğlunun kızından daha zeki olduğunu söylediği aile sohbetinin
içine atıyor. Burada da başka ama benzer bir “erkeklik” hikayesi
yazılmaktadır. Duru’nun çocuklarının bakımı için işini bırakması,
bırakmaya zorlanması, Duru’nun kardeşinin eve gelir gelmez iki buçuk
yaşındaki erkek çocuğunu sevme şekli; pazularına bakayım demesi… Aslında
okumuşu da okumamışı da aynı demeye getirse de alt metinde yatan mana,
bütün kötülüklerin anası ailedir. Ya da “bütün mutlu aileler birbirine
benzer…”
Sansürsüz olarak yazmasaydı, bu tadı alır mıydık bu romanda, emin
değilim. Sözün dönüp dolaşıp buraya dönmesinin elbette ki romanın
iddiasıyla kaynaklı, önümüzdeki günlere damgasını vuracağı gibi kalıcı
bir eser olarak da sonraki dönmelerde de çok konuşulacak, üzerinde
tartışılacağı kanaatindeyim.
Bir miras gibi devredilen genler vesilesiyle geleceğini babasının
üzerinden okuyan Volkan’ın bu duruma uyanmaması, kabul etmemesi bir tür
inkâr ya da yakıştırmama olarak zuhur etse de geçmişe takılıp kalan baba
figürü kapkara bir leke gibi durmaktadır gözünün önünde.
Kadınlara karşı bu kadar saygısız ve empatiden yoksun olan Volkan neden
teyzesine karşı aynı cevvalliği gösteremiyor? Hürmetinden mi,
yorulduğundan mı yoksa erkekliği darbe aldığından mı?
Büyükşehrin keşmekeşliğinden küçük yerin sakinliğine gelince hızın
götürdüklerini hatırlatıyor bize yazar; hız felakettir, acele giden
ecele gider. Ayrıntıyı ağır çekimde görebilirsin, yavaşla ve detayı
kaçırma demeye getiriyor.
*** https://yeniyasamgazetesi3.com/bende-olen-sensin-miras/
Yorumlar
Yorum Gönder