TAŞ ve GÖLGE: KARANLIĞIN MERKEZİ İNSANDIR
Burhan Sönmez’i Masumlar (2011) romanıyla tanıdım. İstanbul İstanbul (2015) ve Labirent (2018) romanlarından sonra yeni yayımlanan Taş ve Gölge’yi de tek solukta okuyunca gördüm ki Burhan Sönmez’in zaman kavramıyla bir sorunu var. Zaman üzerine düşünüyor, metinlerini bunun etrafında döndürüyor. Zamana yenik düşen varlığı(mızı) irdeliyor. Ne kadar aciz olduğumuzun tarihçesini her romanda güncelliyor.
Bellek tazelemesiyle bizi tarihin küflü, tozlu koridorlarında yolculuğa çıkaran Taş ve Gölge’nin kurgusal bir tarih romanı olduğunu düşündüren çok argüman var. İstanbul’daki Merkez Efendi Mezarlığın’da 1984 yılında açılan roman, mezar taşlarının ustası Avdo’nun etrafında genişleyerek ilerliyor. Cumhuriyetin ilk yıllarını da içine alarak farklı karakterlerin hayat hikâyeleriyle zamanı bazen ileri bazen de geri sararak Türkiye ve Ortadoğu tarihini kişiler üzerinden özetliyor. Ölüm, zaman ve varlık olgularını üç kuşakla kurgulayan yazar, işin üstesinden başarıyla çıkıyor.
Hayatla ölüm arasındaki elçi
Kelime ve cümle seçimiyle bellekte canlandırılmayı kolaylaştıran sinematografik anlatım tarzını roman boyunca canlı tutan Taş ve Gölge’ye başından sonuna kadar eşlik eden, her sayfasına, her mekânına, atmosferine sirayet eden erguvan kokusu ve baykuş kasaveti mevcut.
Hayatla ölüm arasında kendini elçi gören, ruhlarla konuşan, dokunan ve bazen bekçilik eden Avdo’nun hikâyesine odaklanırken yazar, metafiziğin sularına kayıyor ara sıra. Kutsal suların varlığına inanan karakterlerle, etme bulma düsturuyla hareket edip ilahi adaleti çağıran anlatıyla okuyucuyu bu yönde beklentiye sokup değişim ve hareketin ilminden uzağa yönlendiriyor. Elbette bu, romanda zayıf bir damar olarak üzeri örtük duruyor.
Kingvari atmosfer
Stephen King’in tasvirlerini aratmayan, adeta mekânlara sis üfleyerek gerilimi üst seviyeye çıkaran, okuyucunun tüylerini diken diken eden bölümlerde bu türe de selam çakan yazarın okuyucuyu yakalamasındaki en büyük şifresi sanırım sahici atmosfer yaratmasındaki başarısı. Romanın birçok yerinde farklı şarkılar dillendirilse de, bir gece sisler arasında Avdo’yu ziyarete gelenlerin olduğu bölümde benim aklıma yıllar önce Arif Kemal’den dinlediğim Gece Gelen Konuk şarkısı geldi. Edebiyatın bu yönünden dolayı okuyucuyu geçmişine, özel anlarına götüren veyahut kötü anılarını çağrıştıracak birçok şarkı var. Yoksa ne kıymet-i harbiyesi kalır ki edebiyatın, romanın, şiirin? İyileştiren, uzaklaştıran, tılsımlı yönü budur.
Karakterleri tanıdıkça herkesin aynı bilinçle konuşmadığını, yazarın mesafesini koruduğunu çok daha iyi anlıyoruz. Romanın girişindeki Yedi Adlı Adam’a mezar taşı yapan Avdo’nun bunun üzerine uzun uzun düşünmesi, mesleğinin erbabı olduğunun mezar taşlarına yaptığı ince işçilikle dile getirilişi, karakterin bilinç durumuna göre konuşması gerçekçiliği güçlendiriyor. Silinen, tahrif edilen kültürel uygarlıkların tarihçesini, aslını, ilk hâlini okuyucuya fısıldayan, anlatanın tarih öğretmeni olması da gerçekçiliğe destek veren bu örüntüde yerini alan başka bir etken.
Romanın en büyük özelliği soru sorması
Avdo’ya erken büyümekten başka şans tanımayan yaşantısında, ustalarının da kültürel donanımla katkı sundukları hayatındaki en büyük ustanın hayatın ta kendisi olduğunu anlıyoruz. Çetin şartlardaki çocukluğu ve dört dinle olan münasebeti olgunluğa giden yolu kısaltıp zamanı daraltmış.
Romanın en önemli yanlarından biri soru sorması ve ezberlediğimiz, kanıksadığımız, sorgulamadan kabul ettiğimiz birçok konuyu gündeme getirerek tartışma başlatması. Ölüm üzerine düşünmemizi sağlarken nasıl yaşadığımızı, ‘insan doğduğu yeri seçmez, öleceği yeri seçebilir’ diyerek hayat üzerine iki kere düşünmemizi salık veriyor. Başka bir yerde, “Sünniler sadece Sünni ekmeği mi yer?” (55) diye sorarak, Aleviler özelinde bu coğrafyada Müslüman olmayanların nasıl dışlandığının, vergilerinin hiçbir şekilde hizmet, ibadethane olarak geri dönmediğinin altını çiziyor.
“Bu dünyada herkesin mezar hakkı vardır, her mezarın mezar taşı hakkı vardır, … Bunun tek istisnası cellatların mezar taşıdır” (74). Bu coğrafyadaki onlarca faili meçhullere, mezar yeri belli olmayanlara, sahipsiz mezarlara göndermede bulunurken, kadim uygarlıklarda, kültürlerde, coğrafyalarda unutulmayan, es geçilmeyen basit bir kuralı, tarihin derinliklerinden çıkıp gelen, bilge birinin yakarışıyla dile getiriyor.
Türkiye’nin kırılma noktaları
Cezaevi üzerinden Türkiye yakın tarihinin kırılma noktalarını dile getiren yazarın, rotasını daha aydınlık bir geleceğe çevirdiğini romanın izleğinden anlıyoruz. Kanlı 1977 1 Mayıs’ını, sonrasında köşeye çekilmeyip alanlara akan 500 bin kişinin haklı taleplerini, Deniz Gezmiş ve dava arkadaşlarının ne uğruna idam edildiklerini, 1980 darbesi sonrası yasakları, Adnan Menderes’in idamı gibi birçok konuyu sağduyulu, bir aydına yakışır şekilde kurguya dahil edişindeki mahareti romanı yıllarca okunacak bir mertebeye çıkarıyor.
Varlık ve hiçlik, ölüm ve hakikat üzerinde uzun uzun duran Taş ve Gölge romanında "her şeyin merkezi insandır" düsturuyla ilerleyip derinleşmesine yardımcı olan sorduğu sorulardır. Dünya bir çile odası mıdır? Varlık bir çile midir?
Ölümleri de kategorilere şöyle ayırıyor:
Var olanla yetinmek: Yeşil ölüm
Kendi benliğine karşı mücadele etmek: Kızıl ölüm.
Dünya malından uzak durmak: Beyaz ölüm.
Sabretmek, her türlü belaya karşı ümidini yitirmemek: Siyah ölüm.
En sert şeyi parçalayan yumuşak şey nedir?
Ne kadar romanın tamamına hâkim olan tema yalnızlık olsa da o kadar katmanlı bir metin ki okudukça ve bölümler karakterler arasında gidip geldikçe zaman ve mekân değiştikçe tecavüz, kürtaj, tedirginlik, korku, unutkanlık ve göç gibi konularla daha fazla derine inmek zorunda kalıyoruz ve daha fazla huzursuz oluyoruz. Empatiyle yalnızlık duygusunu daha da güçlendiriyor. En sevimsiz karaktere, en tatsız bir olayda bile yazar okuyucuyu empati yapmaya o kadar ağır ağır çekiyor ki, okuyucunun karakterin tarafına geçip hak vermesi elden değil.
Kavak ağacı metaforu okuyucuyu düşünmeye sevk ederken, en sert şeylerin en yumuşak şeyle parçalandığını mermer üzerinden Türkiye’nin kültür iklimine bir eleştiri olarak da okumak mümkün. Buzdan kapı simgesiyle zamanın geri getirilemeyeceğini, dünyaya bir kapıdan gireriz ve aynı kapıdan aynı insan olarak geri çıkamayacağımızı anlatırken, gayya kuyusunun dipsizliğini, ürkünçlüğünü gözünüzden çok büyütmeyin; insan nerede duruyorsa karanlığın merkezi orasıdır der.
** https://oggito.com/icerikler/tas-ve-golge-karanligin-merkezi-Insandir/66470
Yorumlar
Yorum Gönder