ÇÖP ÇUVALINA SIĞAN HAYATLAR
Büyük prodüksiyonlu filmlerin imdadına yetişen bilgisayarlı görüntü yaratma/ çoğaltma imkânı bu sektörün hayal gücüne ne kadar katkı sunduysa maliyetlerin düşürülmesine de o kadar da katkı sunmuştur. Hiç olmayan bir gökdeleni ya da asırlar öncesine ait bakir bir doğayı, neandertal insanı veya kadim zamanlardaki bir kenti bu imkân dâhilinde var edip perdeye yansıtmak artık neredeyse çocuk oyuncağı. Çocuk oyuncağı değilse bile 15 kişilik askeri birliği bin beş yüz kişilik bir orduya çevirebilecek kolaylıkta artık. Sinema sektörüne kolaylık sağlayan diğer bir alâmetifarika da dron. Dron çıkalı şehirlerin üzerinde dolaşmak, kuş bakışı görmek, göstermek oldukça kolaylaştı. Netflix’de gösterime giren Can Ulkay’ın yönettiği Kâğıttan Hayatlar filminin açılışı da İstanbul semalarından aşağıya, kentin bütününe bir bakışla açılıyor. Oldukça renkli, ihtişamlı bir şehrin görüntülerin eşliğinde göz hizasına indiğimizde hareketli, ışıl ışıl akan kentin eğlence merkezindeyiz artık. İnsanı umutlandıracak, her şeyin yerli yerinde olduğu, kullanıldığı güzel bir film olacağı fikri yeşeriyor; zengin insanların gittiği mekânın önüne son model, pahallı arabalar yanaşırken kamera birinin peşine takılıp gider.
İlk sekansın oldukça geniş bir açı ve kesintisiz, uzun bir sahne, ışığı ve derinliği iyi ayarlanmış bir görüntüyle arabanın peşinden giderken kâğıt toplayıcı birinin yolu kesmesiyle sınıfsal farklılıklara işaret etmesi, iki sınıf arasındaki uçuruma eğilme isteği sahnedeki görüntü derinliği niteliksel bir derinliğe evriliyor. İçimizde filizlenen filmin güzel olacağı umudu bundan sonra ne yazık ki bir türlü dallanıp budaklanmıyor.
Kâğıt ve evsel atık toplayan evsiz ve kimsesiz çocuklara topladıklarının karşılığını vererek bir anlamda çocuklara destek veren Mehmet de (Çağatay Ulusoy) aynı zamanda bu işi yapmaktadır. Böbrek yetmezliği için organ sırası beklediğini hastaneye acil giriş yaparken öğreniyoruz. Bir gün hayatına sürpriz bir şekilde Ali adında sekiz dokuz yaşlarında bir çocuğun girmesiyle filmin yönü değişir.
Birkaç sahnede Mehmet’in kâğıt toplamak için çöp konteynırlarını eşelerken sadece kenarda kıyıdaki birkaç kartonu alıp gitmesi, görünen kâğıtları almaması ağzı kapalı poşetlere dokunmaması duyguyu seyirciye vermediği gibi sahicilikten uzaklaşıyor. İlaç içerken bardağı tutma şekli ile elindeki shot bardağıyla birazdan içkisini yuvarlayacak hissi verirken, içinde yumurta olan sahana ekmek banarken de sınıfına, sosyo kültürel durumuna uygun hareket etmediğinden acaba kâğıt toplayıcılığı sadece bir dekor konu olarak mı seçildi diye insanın aklına gelmiyor değil.
Metropolde kâğıt ve atık toplayıcılığı yapan bir karakterin etrafında dönen hikâyeyi perdeye aktarır da insan, geri dönüşüme, sarfiyata, savurganlığa, nelerin çöp olup olmayacağına dair bir tek replik, bir tek cümle, bir tek tirat koymaz mı?
Kadın özelinden anneleri itham eden yaklaşımsa tam bir fiyasko. Filmin arka belleğinde akıp giden şiddet temasının günah keçisi olarak annelerin seçilmesi, yargılaması ciddi bir sorun olarak duruyor filmin künyesinde. Kimsesiz çocuklara bakan, iyi niyetli, temiz bakışlı insanları koruyup, kollayan bir büyüğün ‘babacanlığı’, ne kadar kızsa, dövse, bağırsa da arkadaşlıklarından, dostluklarından bir gıdım eksilmediğinin altı çizilen sahneler seyircinin içini ısıtıp nostaljik anlar yaşatarak Yeşilçam’a göz kırptığını söyleyebiliriz.
Mücadele Çıkmazı sokağını Mehmet’in nöbetleri üzerinden betimleyip bir ironiye dönüştürmesi filmin artı hanesine yazılan sahnelerden, sürpriz son için de geri dönüş sahnelerindeki kusurlarına rağmen seyirci için tam bir ters köşe olmuş.
Gonzi karakteriyle çok başarılı bir oyunculuk çıkaran Ersin Arıcı umut vaat ediyor. Özellikle nöbet sahneleriyle Çağatay Ulusoy da bu işe dört elle sarılacağının işaretlerini vermiş.
http://yeniyasamgazetesi2.com/cop-cuvalina-sigan-hayatlar/
Yorumlar
Yorum Gönder