TARİHSEL BİR KUCAKLAŞMA

 

Delibo, MuratUyurkulak üslubunu sustalıyla kaza kaza sınıf masalarına işlediği son romanı, ya da yeni romanı demek daha doğru olacak. Roman için kestirmeden söylersek şıkır şıkır ilerleyen, lıkır lıkır akan, kanalının çeperlerini genişleten, retoriği güçlü bir eser.

     Yusuf’un geçmişi ile bugünü arasında gidip gelerek ben anlatıcıyla aktardığı romanın açılışı karakterlerin tanıtımıyla yapılıyor. Elbette “bu şudur, böyle davranır” şeklinde değil, ama sırası gelip de sahneye girenin tavırlarından, mimiklerinden, tepkilerinden nasıl biri olduğunu anlıyoruz, ki bu da okuyucuyu yormayıp bilakis yardımcı oluyor. Başkarakter (anlatıcı) Yusuf hayatının bir kısmını hapishanede geçirip çıkmıştır. Eski mahallesinden Delibo’nun kaybolduğu haberiyle İzmir’e, baba ocağına döner. Unutamadığı platonik aşkı Yasemin’in de bu kayıp olayına yardım edecek olması Yusuf’u hem sevindirir hem de korkutur. Sevinir, çünkü hiç unutamamıştır Yasemin’i, yüreğinin derinlerinde bir yerde hep taze bir özlemle hatırlayıp iç çekmektedir. Korkar, ne yapacağını, nasıl davranacağını bilmez.

 

YOKSULLUĞUN KOKUSU



Delibo ve Yasemin’le eski mahallelerine, çocukluklarına, ilkokul, lise yıllarına giderken nostaljik bir anlatıdan, romantik bir bakıştan ziyade karakterlerin yavaş yavaş nasıl büyüdüklerine, değişip dönüştüklerine şahit oluruz. O yıllardaki duruşundan, beslendiği kaynaklardan (evdeki kitaplar-sendikalı komünist bir öğretmenolan babasının kitapları) bugüne dair tahlillerine uzanan süreç, sınıfsal bakışına yönelikipuçları verir. İlk sınıfsal ayrımı zengin çocuklarının çoğunlukta olduğu bir koleje girdiğinde fark eder. Zengin burjuva çocukları temiz kokar, mis kokar, özgüvenlerinin şişkinliğinin en büyük sebebi, ceplerinde her daim sıcak para olmasıdır. Bir ezik gibi, varla yok arasında yaşar, silik bir kişiliğin kışkırttığı hınçla bilenmeye başlar. Tabanı yoktur, sınıfsal temelleri yok denecek kadar zayıftır, fakat bir yerden, bir yerlerden, ezilmiş, hor görülmüş, ötekileştirilmiş bir sınıfın genetik refleksiyle, bundan utanmamayı seçerek, adeta tarihsel bir mirası devralır. Farkında olmadan devraldığı bu genetik kimlikten midir, yoksa ergenlikten midir, üç şeyi yanından ayırmaz: kötümserlik, öfke ve fevrilik. Bu özelliklerinden dolayı da ne yazık ki hayatını neredeyse “heba” eder.

 

 

İSTERİK BENLİKÇİLİK

 

    Cezaevine düşmesine sebep de, ışığın etrafında pervane olan bir sinek gibi Yasemin’den uzaklaşmaması, uzaklaşamaması, adeta kanatlarının altına sığınmasıdır. Yasemin’in devrimci bir toplantı sonrası “merkezin” bölüm, meslek, üniversite seçme direktifini takmaması dasınıfsal bir eşitlikten ziyade bireysel bir hülya gibidir. İsterik bir şiddetin bencilce dışavurumudur; benlikçiliktir. Entelektüel açıdan bağımsızlıktan uzaktır, daha çok bir eksiğini kapatma niteliğindedir, ki bunun kaynağı da korkuyu işaret etmektedir. Korkunun çeşitlerini. Aşkın yörüngesinden çıkamayan Yusuf’a nazaran romanın en bağımsız, erk tanımayan, güce boyun eğmeyen karakteri Yasemin’dir. Elbette günümüzdeki Yusuf çok yol kat etmiştir. Toplumsal, sınıfsal eşitlik isterken yerine ne koyacağı konusunda artık çok nettir.

SOLCULARIN GÜLÜMSEYEN PROFİLLERİ

     Romanın en güzel bölümleri babayla oğul arasındaki ilişkinin anlatıldığı kısımlar olmuş. Yazar burada da bir klişeyi yıkarak baba-oğul çekişmesini, rekabetini sevgiyle örmüş. Kinden, nefretten uzak, dinleyen, anlayan, kabul eden, genişleyen bir örüntüyle seslenmiş. Buna paralel yıkılan diğer bir klişe de solcular, solcu gençler. Hiç de öyle çirkin, bodur, tipsiz, şekilsiz ve antipatikdeğiller, yaygın anlatılardaki gibi. Ve zorunlu bir tercihte bulunmamışlar, basbayağı bilinçle, birikimle, isteyerek, gülerek, severek yönelmişler insana, doğaya, canlıya.

     Romanın tamamına sinen bir çiçek, bir gül kokusu var. İçine çektiğinde insanı yumuşatan, durultan, sihirli bir koku.Yapılan yanlışların üstünü örten, hayata küslüğün ıstırabını damarlarda hissettiren bir koku.

 

EDİP, TURGUT, CEMAL

     Oğlunu daha iyi bir okula göndermek için gizliden gizliye ikinci bir iş yapmak zorunda kalan baba Sefer Kavala’nın, oğlu tarafından yakalanışının mahcubiyeti hangi ahlaka sahip olduğunun göstergesidir. Bir suç işlemiş gibi kabuğuna çekilen, neredeyse özür dileyecek noktaya gelen babanın, hayatında kendine batan çapakları törpüleyip zımparalamasıyla simgeleştirilmesi enfestir.

     İkinci yeni şairlerini yarıştırarak eski bir tartışmayı tekrar güncele düşüren yazar, romanın bütününe hâkim olan farklılıkları anlatırken, aslında ne kadar renkli, zengin bir dokuya sahip olduğumuza işaret eder. İzmir’in tarihsel kimliğine vurgu yapıp her millete, ırka, dine gönlünü açar; güzellikle, iyilikle, dostlukla hoşgörüyü parlatır; anlar, anlatır, konuşturur.

KİMİLERİNE KAPALI ŞEHİRLERİN GİZLİ KAPILARI

    Konya’nın muhafazakâr, kıraç ve “çöl” ikliminden İzmir’in kaldırımlarında, vapurlarında öpüşen gençlerin arz-ı endam ettiği iklimine gelince önce şaşırır Yusuf, alışması zaman alır; normali unutmuştur zira. Kentler arasındaki sosyoekonomik uçurumları böyle çizerken kent içindeki semtlerin farkını da, “Birkaç kilometrede Somali’den Norveç’e vardım sanki” diyerek tasvir eder.

    En yakın arkadaşının kaybıyla konuşma orucuna giren Yusuf’a, umudu bir silah gibi elinden düşürmeyen, ama yanlış tarafa doğrultan Sefer Kavala’ya, sinema ve dizi sektörünün acımasız çarklarıyla toz çekerek baş etmeye çalışan oyuncu Yasemin’e, türkülerin, şarkıların iyileştirici gücüne şahit olduğumuz Delibo, gözünü budaktan esirgemeyen, cesur ve oldukça bıçkın bir roman.Tam bir MuratUyurkulak romanı.

   

 

** Kitap eki dergisinin 7. sayısında yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KARDEŞİMİN HİKAYESİ

İKİ AYRI KİTAP

SOLMASIN GÜLÜŞÜN