KARANLIK YILLAR
Abdullah Aren Çelik’in
Kandan Adam romanı ilk etapta karışık bir kurgu romanı gibi görünse de birlikte
yürüyen üç öykünün bir birine yaslanması, iç içe geçmesi ve birbirini
beslemesi, tazelemesiyle ayakta duran bir roman. Ayakta durmasını sağlayan üç
ayağı var.
Bir: Romanda öne çıkan,
olayların etrafında döndüğü Ahmet Boz karakterinin geçmişinde yaptığı bir
soruşturmadan dolayı yetkileri alınarak pasif bir göreve verilmesinden dolayı kaçan
şevkine rağmen altan alta verilen hırsını besleyen meslek aşkı.
İki: Birinci şıktan
mütevellit mutsuz giden evliliğini düzeltme, eski güzel, mutlu günlerine dönme
arzu ve gayreti.
Üç: Yüzyıllar önce
ölen, öldürülen biriyle gömülen yarım bir mührün günümüzde ( romanın geçtiği
dönem ) işlenen bir cinayetle ilişkilendirilmesinin üzerindeki sis perdesini
aralamak için hayatını ortaya koymaktan çekinmeyen olaylar silsilesi.
Romanın ana karakteri, karasal iklimlerde
kış mevsiminde hayatı çekilmez hale getiren kar. Roman boyunca neredeyse hiç
durmuyor; buna eşlik eden diğer bir karakter de eski komiser Ahmet Boz. Romanda
öyle çok kişiyle karşılaşmıyorsunuz. Ahmet Boz zaten eski şaşalı günlerine
dönmek için çeşitli karakterlere bürünerek bu açığı kapatıyor desek bir
karakter açığı olduğu anlamı çıkartılmamalı.
Emniyet müdürlüğünün arşivinde
görevlendirilen Ahmet Boz bir cinayet dosyasına iliştirilen bir not üzerine
yeniden heyecanlanır. Bu cinayeti çözerse eski itibarlı günlerine döneceğini,
karısıyla kötü giden ilişkilerini düzelteceğini, kendine olan inancının geri
geleceğini düşünerek özgüvenin artacağını sanır. İşin o kadar kolay olmadığını,
evdeki hesabın çarşıya uymadığını roman ilerledikçe anlıyoruz. Kısaca böyle özetleyeceğimiz Kandan Adam
romanı istiklal mahkemelerine kadar gidiyor. İstiklal mahkemelerine kadar
gidince biraz daha geri gidiyoruz, oradan biraz daha geri, derken yazar bizi
yüzyıllardır devam eden kötülüğün kendini her seferinde nasıl yenilediğini,
sudan sebeplerle ötekilere soluk aldırmadığını ta işin başına götürerek
gösteriyor. O da Bayburt Beyi Bıyıklı Mehmet Paşanın gökyüzüne fırlattığı bir
okun pandoranın kutusu gibi ortalığa saçılmasıyla başlıyor.
Karakterler…
Ana karakter ( kar’ı saymazsak ) olan Ahmet
Boz üzerinden ilerlersek; tutarsız, idealist, klostrofobisi olan, yerli halkı
beğenmeyen, hakir gören biridir. ‘Şu
insanlara bak, ne giyinmeyi, ne konuşmayı, ne yürümeyi, ne de adam akıllı
susmayı biliyorlar. ( sf: 89 ) ‘Otobüsün
içi tıkış tıkıştı ve içeride kesif bir koku vardı. Midesi bulandı.’ ( sf: 160 )
Yerli halkı sevmez ama, ‘Ağır adımlarla postanenin önüne geldiğinde, telefon
kulübesinin içerisinde ısınmak için bekleyen sekiz dokuz yaşlarında üç çocuk
fark etti, içi acıdı.’ ( sf: 104 ) Şeklinde düşünecek kadar tutarsızdır.
Dilan sinemasının
sahibi Vecdet Dalan’ın yanağında ben varken, dayısının yüzünde yara var ve bir
gözü görmüyor, müze müdürü aksıyor, Ahmet boz’un elinin üzerinde kıllı bir ben
var. Karakterlerin fiziksel özelliklerinde hep “kusur” vardır. Diyarbakır’da da
roman boyunca kar yağmasını belki bir kusur olarak değerlendirirsek yazarın
vermek istediği mesajdan çok da uzaklaşmadığımızı düşünüyorum. Ortak fiziksel
kusurları, eksiklikleri roman metnindeki karakterler üzerinden aynı paydada
buluşturmak, dışlanmışlığı, ötekileştirilmişliği, ezilmişliği ve belki de
horlanmışlığa işaret eden bir “kusurdan” bahsedildiğinin alt metni olabilir.
Sorunlu
cümleler
‘Ne kadar çabalarsa
çabalasın kariyerinde aldığı bu yara nedeniyle, yıllarca karısının kendisini
terk ettiğine inanmaktan alıkoymamıştı kendisini.’ ( sf: 44 )
‘Susmaya, yazılmış
başka bir aşk mektubu var mı diye evi incelemeye karar verdi. Fakat şu an vakti
yoktu. Ertelemeye karar verdi.’ ( sf: 45) Cümlenin ve anlamın hantallaşmasına, vesile olan ‘karar verdi’ kısımları için
tekrar düşünülerek belki başka bir yoldan aynı anlam verilebilir.
‘Aynı yatağı paylaşan,
aynı yastığa baş koyan, yaşadıkları hazzın neticesinde bir damla kanla başlayan
hikâyeleri, başladığı yerde kanlı bitmek üzereydi.’ ( sf: 263 ) Eğer başka bir
sayfada gözümden kaçmadıysa, ‘bir damla kanla başlayan’ cümlesinin anlamını,
etkisini, mesajını iyiye yormak neredeyse imkânsız. Kadının ( eşi ) bakire
olduğuna vurgu yapmak, imada bulunmak bana sorunlu bir bakış açısı gibi geldi.
Asıl amaç bu olmasa dahi bunu çağrıştıracak en ufak bir kelimeden, cümleden
kaçınmak gerek. Kadının bakire olması gerektiği beklentisini hiçbir şekilde
parlatmamak, süslememek, olumlamamak gerekir. Alt benliğe böyle mesajlar
iletmemek gerekir.
Kurgudaki
telaş
Ahmet Boz’un adli tıpta
kadavraya ait özel eşyaları incelerken yarısı olmayan mührü vermeyeceğini bile
bile gayri resmi bir şekilde doktordan istemesi ve doktorun onu ret etmesi
üzerine el çabukluğuyla mührü cebine atması üzerine çıktıktan sonra doktorun
mührün yerinde olup olmayacağını kontrol edeceğini düşünmesi gerekir. Oysa
gayri resmi bir istek, rica olduğu için adli tıpta her şeyin kayıtla kontrolle,
yetkilendirilmiş kişilere ancak verileceğini bilmesi gerektiğinden şüpheleri
üzerine çekmeyecek şekilde yani hiç sormadan yine o el çabukluğunu
konuşturabilirmiş. Okuyucu Ahmet Boz’un bu isteğinin ret edilmesi üzerine
doktorun mührün yerinde olup olmadığını kontrol etmesini bekler, fakat doktor
kontrol etmez.
Mekân
ve zaman
Romanın geçtiği yılları birkaç yerde
tahmin etmemize rağmen parasal konular geçtiğinde, liradan altı sıfır
atılmadığı yıllara denk gelen, milyonlarla telaffuz edilen birkaç diyalogla
tahminimizi ne kadar doğrulatsak da, Ahmet Boz’un Dilan Sinemasının sahibiyle
görüşmeye giderken vizyonda olduğunu öğrendiğimiz, Kuzuların sessizliği, Schindler’s list,The Godfather,Berlin in Berlin gibi
birkaç filmden hangi yıllarda olduğumuzu anlarız. Yaratılan atmosferde herkesin
omuzun üstünden arkasına bakarak yürüdüğü, sorgusuz sualsiz insanların infaz
edildiği, kaybedildiği yıllar olan doksanlı yılların ortalarında olduğumuzu
anlamamız artık zor değildir. Fakat yazar, ‘O mektup da 1991 yılının Şubat
ayında yazılmıştı. Bu da karısının en az iki yıldır bir ilişkisinin olduğunu
gösteriyordu.’ ( sf: 214 ) diyerek okuyucuya yardımcı olarak netleştiriyor.
Ahmet Boz’un karısının kendisini aldattığını
öğrendikten sonraki ruh hali oldukça sahici. Önce karısındaki güzelliğin
farkına varıyor, zira kaybedilen kıymetlidir. Sonra kıskançlık krizine giriyor.
Fakat yazarın, aldatan eş fiğürü üzerinden mutsuz bir evliliği irdelerken karakter
hep karısını öldürmeyi düşünür, planlar, nedense ayrılmak hiç aklına gelmez.
Mektupları okuduktan sonra özeleştiri yapıp kendindeki eksiklik ve yanlışlar
üzerine odaklanması romanın sonunda karısının mektuplar hakkında söylediklerini
doğrular niteliktedir.
Yüzyıllara varan bir acıyı, kederi,
kaderi, göçü, utancı bugüne bağlayarak utancın her türlüsünü konu alan Kandan
Adam romanı bir anlamda Türklük ve Müslümanlık sözleşmesinin tezahürü
niteliğinde.
https://oggito.com/icerikler/karanlik-yillar/64125
https://oggito.com/icerikler/karanlik-yillar/64125
Yorumlar
Yorum Gönder