UZUN BİR ARAYIŞ
Uzun yürüyüş
üç bölümden oluşan bir roman. İlk etapta bir kaçış romanı diyebileceğimiz fakat
ilerledikçe, içine girdikçe, bölümleri sindirdikçe işin sadece bu kadarla
açıklanamayacağını görüyoruz. Birinci ve ikinci bölümlerde bir tost bir ayran yeter
bana bütün dünya sizin olsun serzenişinin sessiz, derin yakarışları hâkim.
Kimsenin desteğini almadan tek başına ayakta
durmanın mümkün olup olmayacağının arayışıyla çıkılan uzun yolculukta, “saf güç
yok diye mırıldandı, insanın sadece kendi gücüyle, bu dünyada var olması
olanaklı değil mi?” diye kendine sorduğu
bu sorunun cevabını yine kendisi bizzat yaşayarak anlıyor ve cevaplıyor. Bunu
da çöp toplayıcılar, eskiciler, evsizler tarafından bazen bir tas sıcak çorba,
bazen üç beş kuruş para, bazen de yatacak bir yer yardımı alıp ayakta
kaldığında öğreniyor.
Hep birilerinden yardım görür ama minnetle
bakmaz hiçbir zaman. Bu, kahramanın tabiatına aykırıdır. Bu yardımları çoğu kez reddeder, rahatsız
olur. Bu rahatsızlığının kaynağında bedava hiçbir şeyin olmayacağı düşüncesi
yatmaktadır. “Bak şurası duş, bu arada sen git bir duş al. Giysilerini de yıka.
Kuruyana kadar benimkileri giyersin.” Çöp toplayıcısının kralı Sadık’la girilen
bu küçük münasebetten başkası tarafından yönlendirilmekten ve emir almaktan
rahatsız olduğu için terk eder orayı.

İkinci bölümde, insanlardan kaçan, insan
sesinden, yakınlığından, nefeslerini hissetmekten rahatsız kahramanımızın adı
artık bellidir! Farkında olmadan Gezi olaylarından nasibini almış, hastanelik
olmuş, uzun süredir yemek yemediği için midesi küçülmüş, bir kırıntıyla dahi
doyan Mahmut’tur artık o. O bir çapulcudur.
Ayhan Geçgin’in Uzun yürüyüş romanı adeta
kanayan yaralarımızı, ağrıyan yerlerimizi, çürüyen yönlerimizi dile getirir. Bunu
da akıcı ve sade diliyle yapar. Mahmut ismini
kendine yakıştıran kahraman, beyhude beyhude dolaştıkça kuruyan nehirleri,
dereleri, doğaya müdahalelerin nasıl çöl
iklimi yarattığını, her yere baraj yapılması sonucu nasıl ekolojik bozukluklara
sebep olduğuna şahit olur ve okuyucunun dikkatini o yöne çeker. Midesinin esiri
olmaktan kurtulacağı zaman, gece gündüz düşündüğü şeyden feragat ettiği zaman,
tutsağı olduğu şeyden kurtulduğu zaman gerçek manada özgür olacağını düşünür. Bu
düşünceleri de zamanla insanlardan kaçan bir yaratığa dönüştürür Mahmut’u.
Üçüncü bölüm de aynı zamanda bu toplumun
nazik, hassas, ağrıyan bir yönünü işaret eder. Ki kırk yıldır üzerine konuşulan
ama en azı da sadece konuşulan, en çoğu da çarpışılan, kavga edilen, savaşılan,
hiçbir dönemde çözüm bulunamamış, çözümlere kapıların kapatıldığı bir sorunun,
Kürt sorunun içinde bulmasıyla başlar. O coğrafyada bir dağ başında kız çocuğuyla
rastlaştığında dünyayı sevgi kurtaracak düşüncesini yeniden yaşama gayesi içine
girmesiyle okuyucuya verir. Bu saatten sonra yaşamak zorunda hisseder kendini. Kız
için yaşamalıdır en azından.
Uzun yürüyüş romanını ister ekolojik bir
manifesto, isterse oburluğun kar hırsının, talanın bu gezegeni, insanları ne hale
getirdiğine dair bilimsel bir makale, isterseniz sıkıştığını hissettiği kentten
kendini dışarı atmasına rağmen hala darlanan isimsiz bir kahramanın uzun
yolculuğunu anlatan bir roman olarak da okuyabilirsiniz.
http://www.insanokur.org/uzun-bir-arayis-huseyin-bul/
http://www.insanokur.org/uzun-bir-arayis-huseyin-bul/
teşekkür ederim :)
YanıtlaSil