Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

KIZLAR MANİFESTOSU

Resim
   “Ağlamak, kimsenin görmediği içimizdeki dünyayı taşıyan geminin çevresinde bir deniz yaratır. Gözyaşları gemimizi oturduğu kayalıklardan çıkararak yeni bir yere, daha iyi bir yere götürür.” Şebnem İşigüzel’in Venüs romanının 120. Sayfasında böyle diyor. Gerçekten de romandaki anlatıcının ailesinin ağlanacak, ağlamaklı ve yer yer esprili, eğlenceli gizli tarihinde bizi taşıyan o görünmeyen gemi birkaç limana uğruyor. İstanbul ve Londra gibi. Daha iyi bir yere taşıyor mu o biraz muamma. İyi bir yere taşımak için epeyce bir uğraşıp çabaladığını söyleyebiliriz.     Roman birinci tekilden anlatılıyor ve her zaman söylediğim gibi inandırıcı olmanın ilk kuralını yerine getiriyor. Farklı kişilerin öyküleri aynı ailenin (anlatıcının) öyküsüyle ustalıkla birleşiyor. Birleştiği yerden devam ederken hiç sekteye uğramadan sular seller gibi akıp gidiyor. Kimi kendi hazin ve çarpıcı hikâyesini bizzat anlatırken kimi de bir deftere yazmayı denemiş. Kimsenin yaşantısı...

CİĞERSİZLER

Resim
       Yine hiç çalışmadığım yerden hayat sınava tutuyor beni. Hazırlıksız yakaladı, apansız çöreklendi üzerime. Kaçacakmışım gibi-kaçacak nerem varsa-kıskıvrak tuttu kolumdan. Oysa daha çok zamanım var sanıyordum. Hazırlanabilirdim. Daha dün güllük gülistanlık değil miydi her yer. Her yer değilse bile bu şehir. Nerden çıktı şimdi bu gökyüzünün kızgınlığı,   soğuk nefesi, buz gibi yüzü.     Penceremin susmayan ıslığı sabaha kadar benimle konuşmak istiyor. Yüz vermiyorum gevezeliğine. Dur diyorum, elbet bir dostun ılık nefesi yetişir imdadıma. Kaçırıyorum gözlerimi, üzerime gelmeye devam ediyor, anlıyorum ki çözüm değil kaçmak. Yenilgi bayrağını aradığımı gözlerimi kaçırışımdan anladığını anladığımda annemin pes etmenin yedinci günah olduğunu söyleyişi aklıma geliyor. Annemi arıyorum, annem çok uzakta. Kalk diyor ayağa, debelenme bir domuz gibi o çamurda. Kaç bin yıl önce dört ayak üzerinden doğruldun, zamanın sabrına küfür etme....

KARDEŞİMİN HİKAYESİ

Resim
     Yoldan geçen birini durdurup, gelin size ilginç hikâyeler anlatacağım deseniz neyle karşılaşırsınız? Muhtemelen ya size aldırmayacaktır, ya da ne tuhaf insan diyebilir, deli midir nedir de diyebilir. Ama bir vesileyle sizinle yolları kesişmiş biriyle, çay içerken ya da bir şeyler içerken ya da yerken konu konuyu açıp ilginç hikâyeler anlatmaya kalkarsanız, size ne garip bir insansınız demeyecektir. Deli demek daha iddialı bir sav olduğu için garip ya da tuhaf demeyen deli hiç demeyecektir.     Livaneli’nin kardeşimin hikâyesi romanı da aynen böyle bir şekilde başlıyor. Ahmet’in yaşadığı gözden ırak Karadeniz kıyısındaki köyde yakın arkadaşı bir kadının öldürülmesi üzerine cinayeti araştırmak için gazeteci genç bir kız gelir köye. Öldürülen kadının arkadaşı olduğu için ilk Ahmet’le konuşmak ister. Konuştukça Ahmet’in çok ilginç biri olduğunu söyler. Sohbet ilerledikçe bunu müteakip seferlerde dile getirir. Fakat biz Ahmet’in o zamana kadar h...

SULU ÖYKÜLER

Resim
SULU ÖYKÜLER    On üç yaşında bir çocuğun babasının sakarlıkları, becerisizlikleri, çaresizlikleri ve bazen komik duruma düşüşleri eşliğinde annesinden ayrılışı, biten bir evliliğin anatomisini ilk önce birinci tekil ağızdan sonra da üçüncü tekil ağızdan anlatışında oluşuyor öyküler. Aslında yazar bunu daha çok öykülerin doğası, konusu ve üslubundan dolayı yapar. Bunları denediği ( yaptığı ) öyküler de farklı öyküler zaten. Kitap altı öyküden oluşuyor. En göze çarpanıysa yaklaşık yüz elli sayfalık Sukkwan Adası öyküsü. Kitaba adını veren öykü yok ama öyküler okunduğunda kitabın isminin “cuk” oturduğudur. Kitabın ayrıntılarına, bıraktığı tortulara geçmeden önce kapağının da çok doğru tercih edildiğini söyleyip asıl mevzuya geçebiliriz.     Her öyküsünde ya su, ya deniz, ya da yağmur ve yahut da hepsi birden mutlaka var. Gerçi Sukkwan Adası öyküsünde yağmur yağdığı halde yiyeceklerini saklamak için kazdıkları çukura yağmur suyunun dolmamasını görmezde...

SINIRSIZ YALNIZLIK

Resim
Yazarın odası kitabı çeşitli yazar ve şairlerle yapılmış röportajlardan oluşuyor. Orhan Pamuk’un da önsözünü yazdığı kitapta ortak fikir şu; iyi yazmak için disiplinle yazmak, çok yazmak, daima yazmak ve kesinlikle kafa ayıkken yazmak gerekiyor… Çay-kahve sigara da bu işin cilası.    Truman Capote : Söyleşiyi Pati Hill 1957 yılında yazarın Brooklyn Heights’taki büyük sarı evinde Buldog cinsi Bunky adlı köpeği yanındayken yapmış. “Asla ama asla bir eleştirmene cevap vererek kendinizi küçük düşürmeyin.”    Ernest Hemingway : Üç bufalo boynuzunun asılı olduğu yatak odasında yazan yazar işleri ters gittiğinde boynuzlara bakıp "en azından av başarılı geçmiş" diyerek keyfi yerine geliyormuş. Roman sanatı üzerine sorulan sorulara kaçamak cevap veren ya da cevap vermekten kaçan yazarla röportajı 1958 yılında George Plimpton yapmış. “Kuyu ilham perinizin olduğu yerdir.” “İyi bir yazar için en esaslı hüner; bedeninde şoka dayanıklı, saçmalık algılama cihazı...