ÖTEKİLERİN SESİ
Süreyya Deniz’in Metinlerarası Yayınlarından çıkan “Hâl Bu Ki” öykü kitabını okuyana kadar böyle bir öykü yazarının farkında değildim. Oysa daha önceden birçok mecrada yazıları, öyküleri yayınlanmış biri.
Hâl Bu Ki’deki öyküleri okuduktan sonra bunun bir ilk kitap olduğuna inanamadım; oldukça titizlikle üzerine çalışılmış bir eser. Fazlalıklardan arındırmış öyküleri; eklenecek bir şey kalmadığında mı tamamlanır öykü yoksa atılacak bir şey kalmadığında mı? Her iki kapının da rafine bir esere çıkacağının farkında yazar. Bu bilinçle, bu hassasiyetle oluşturmuş eserlerini.
Ötekiyle kurulan bağ
Hâl Bu Ki’yi okuduktan sonra hâlbuki böyle de olabilirmiş ya da hâlbuki böyle insanlar da varmış düşüncesi oluşuyor. Zira yazarın en güçlü yanı sanıyorum ötekiyi görmesi. Ötekiyi iyi görmesi, ötekiyle kurduğu güçlü bağ; bunu okuyucunun gözüne sokmak yerine kendi doğal akışı içinde habitatına uygun bir vurguyla aktarması, vermesi ve dildeki pürüzleri gidererek aracı olması. Dilin her şeyin üstünde olduğunun farkında olarak yazıyor.
Şu açık ki Hâl Bu Ki’deki öykülerin bir kadın gözüyle, duyarlılığıyla, inceliğiyle yazıldığını fark etmemek mümkün değil. Erkek bir öykücünün ya da erkek bir dil emekçisinin bu kadar ince ayarda görebilir miydi emin değilim. Elbette ki mümkün, fakat kastettiğim cinsiyetçi bir yaklaşımdan azade yaradılışından elde ettiği yetiyi iyi kullanması.
Peşkir öyküsünde ev gezmesine giden kadınların arasına düştüğümü hissettim. Çok sert bir öykü, bu öyküdeki öteki Elif. Engelli birine reva görülenler karşısında yazar Elif’in gözüyle nasıl da acımasızca dışlandığını, hor görüldüğünü hatta ve hatta aşağılandığını anlatırken acındırmadan duygu sömürüsüne girmeden o kadar olağanca anlatıyor ki, yan kanepede oturup kulak misafiri olduğunuzu hissedersiniz.
Çevreci bakış açısı
Yazar, mekân tasvirlerinde ağırlıklı olarak karakterlerin habitatına uygun bir renk tercih eder; eğreti durmaz. Atmosfer yaratırken ki becerisi de yine bu minvalde canlanır; dokuya hakim bir yazarla karşı karşıyayız. Karakterleri ekseriyetle kadınlarda oluşuyor; çaresiz, sevecen, kırılgan ve lafını esirgemeyen tipler. Çevreci, organik bir bakış açısı var yazarın. Çocukla çocuk, ağaçla ağaç, ormanla orman oluyor. Eşyaları, nesneleri konuşturuyor, mekânla, insanla yarenlik ediyor. Ses veriyor eşyalara; yalnızlığın uzantıları. Sokağı çiziyor, sokaktakileri anlatıyor, ötekileri iyi tanıyor, kaçmıyor onlardan, yakınlaşıyor, yakınlaştırıyor.
Toplumsal travmalar
Şiddeti güzelleyen toplumda yetişen bireylerin kendini şiddetle ifade etme şekilleri, kabul görme biçimleri Yakari öyküsünde oldukça ironik bir dille irdelenmiş. Çembere dahil olma güdüsü ve zayıflığını beklentiyle hayal kırıklığının akrabalığında vermiş.
Buzdolabı’nda yakın dönemde bir halkın toplumsal hafızasında ebediyen silinmeyecek sokakta ölen yakınlarına müdahaleye, sahip çıkmaya müsaade edilmeyen, bodrumlarda öldürülen insanların kokmasın diye buzdolaplarında sakladığı cesetlerinin travmasını, Tohum’da kim bilir belki de 6-7 Eylül olaylarında kendisine miras kalmış komşularının her an canına kastedebileceği travmasını bir mektup üzerinden Ermeni Meryem Hanım’ın tetiklenen çocukluk korkularını, İmdat Freni’nde Gül Hasan’ın cinsel tercihlerinden dolayı kendini ifade etmeye kalkarken agresifleşmesini irdelerken yazarın sesini duymayız; vicdanın sesini duyarız. Yazarın sesi (fikri) duyulursa eğreti, yavan ve mayhoş olacağını bilir.
En başta da söylediğim gibi kitap bittiğinde, 'hâlbuki yapılanlar yanlıştı', 'hâlbuki böyle de mümkünmüş', 'hâlbuki elde malzeme var', 'neden daha iyisi olmasın', 'hâlbuki durum hiç de iç açıcı değil' duygularını uyandıracak bir eser. Hâl Bu Ki iyi bir edebiyatın güzel başlayan ilk basamağı gibi. Toplumsal duyarsızlıklarınızı bir daha gözden geçirmenize vesile olabilir.
*** https://bianet.org/yazi/otekilerin-sesi-309796
Yorumlar
Yorum Gönder