Kayıtlar

Ocak, 2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

YUSUF'UN KUYUSU

Resim
  Yüzünde şer’in bayrağı Kapkara bir gövdeyle sesleniyorsun bana Parmağın Yusuf’un kuyusunu gösteriyor Her kardeşim dedikçe Haram olan bir uykunun içinde Kuruttun Dicle’nin pınarlarını Gözünü diktikçe Fırat’ın öte yakasına Bütün dillerde adı merhamet olan güneş Terazisindeki çiçeklere seslendi “Yusuf’un Kuyusunu güldüreceğim.”   Her taşın altında bin ağıt Her evin bacasında dilsiz beddua Bedduayla yıkılmaz bu ceberut Eğilmeyen başınızla Rüyalarınızdaki kandili Hayallerinizdeki ateşi Ufkunuzdaki meşaleyi Balyoza dönmüş elinizle uzatın Uzatın güneşe doğru.   Dicle’nin kıyısında ‘bulutlara akan kavakların’ altında Âdem’den miras yeryüzü sofrası Kucaklarında bütün hevesleri çocukların Bugünden sonrası Sökülmüş bütün mühürler Yaz güneşi altında     Dünyanın bütün dilleriyle Taşlayın   Yusuf’un Kuyusunu gösteren parmağı Taşlayın ki gülsün güneş.

ERKEKLER NEDEN KISA YAŞAR

Resim
  79. Venedik Film Festivali’nde En İyi Senaryo (Martin McDonagh) ve En İyi Erkek Oyuncu (Colin Farrell) ödüllerini alan The Banshees of İnisherin filmi yılın en iyilerine aday olacak nitelikte. İlk etapta basit ama filmin içine girdikçe çarpıcı ve sarsıcı konusuyla seyirciyi esir almayı başarıyor. Böyle sıradan bir konu nasıl buraya geldi diye üzerinde kafa yorulunca işin içinden çıkılmaz hal alıyor. Neredeyse sadece erkeklerin yaşadığı, erkek adası diyebileceğimiz İrlanda’nın küçük bir adasıdır filme konu olan mekân. Elbette eşekleri ve inekleri de unutmamak lazım. Filmin o kara mizahı her seferinde çağıran yapısından dolayı ‘erkek adası’ nitelemesi de çok absürt durmaz kanımca. Yoksul insanların yaşadığı adada bir gün Colm (Brendan Gleeson) eski dostu Pâdraic’e (Colin Farrell) artık seni sevmiyorum deyince işler karışır. Zira adanın tek sosyalleşme yeri olan meyhaneye her gün birlikte gidip içen, sohbet eden bu iki iyi arkadaşın aralarının bozulması adadaki diğer y...

BENDE ÖLEN SENSİN: MİRAS

Resim
 Sanıyorum 2015 yılıydı Hakan Bıçakçı’nın Doğa Tarihi romanını okuyunca önce bir şaşırmış sonra da gıptayla kıskanmıştım; bir erkek bir kadını nasıl bu kadar iyi yazabilir diye. Bir kadının ruhunu bu kadar yakından anlayabilmesi, anlatabilmesi için ne yapmış olabilir diye için için yedim kendimi. Aynı duygu Irmak Zileli’nin Bende Ölen Sensin’i okuyunca yeniden nüks etti. Elbette aradan geçen yedi yılın sonunda bunun nasıl mümkün olabileceğine dair sorunun cevabını çok çalışarak diye belledim. Nihayetinde bu tezimi Irmak Zileli yaptığı bir söyleşide, roman üzerinde üç yıl çalıştığını, kendisini çok zorladığını söyleyerek bu tezimi de doğrulamış oldu. Çok çalışmak her şeyin cevabı olur mu o kadarını bilmiyorum. Cesur kadınlar Her şeyden önce şunu belirtmekte fayda var Irmak Zileli gerçekten de çok cesurca bir işe imza atmış. Yanında duran Genel Yayın Yönetmeni de bir kadın olan yayıncısının da hakkını vermek lazım. Zira biz erkekler böyle bir işe destek verir miydik pek...