Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

CEVİZLER VADİSİNİN SIRRI

Resim
    İnsanların hayata dair reflekslerini anlatmak için kurbağa hikâyesi vardır. Isıyı, sıcaklığı yavaş yavaş artırdığınızda kurbağa ilk etapta verilen sıcaklığı hissetmez ve sıçramaz, sıcaklık belli bir dereceye geldiğindeyse kurbağa için artık çok geçtir. Bu hikâyeyi hayatın birçok alanındaki sessizliğimizi, tepkisizliğimizi ve en kötüsüne bile nasıl alıştığımızı anlatmak, açıklamak için kullanırız zaman zaman. Yavuz Ekinci günün birinde romanıyla korkunun insanı nasıl kurbağalaştırıldığından bahsediyor, hem de korkuyu dozunda vererek.     Cesaret, cennete, korku ölüme sürükler, Seneca’nın dediğinin vücut bulmuş halidir bizim günün birinde ’de okuduğumuz.    Yavuz Ekinci’nin ölümle bir sorunu var! Sırtımdaki ölüler’den Rüyası bölünenler’e oradan da Günün birinde’ye gelene kadar yazdıklarında, anlattıklarında ölüm, ölüm hazırlığı, ölüm sonrasına dair seremoniler, ritüellerle bezenmiş hikâyeler anlatır. Her toplumun, milletin, kültürün benimse...

ORHAN PAMUK'TAN ROMANA DAİR İP UÇLARI

Resim
   Orhan Pamuk’un saf ve düşünceli romancı kitabını okurken hem okuyucu hem de bu sanata gönül vermiş, üzerinde kafa yoran araştırmacı, yazarların da içinde çok şey bulabileceği, beklentilerini karşılayacak türden bir derleme olduğunu fark ettim. Kitabı okurken özellikle altını çizdiğim notları olduğu gibi yazarın imlasına sadık kalarak aşağıya alıyorum. Romanlar ikinci hayatlardır… … Bu hayranlıkla, sevdiğimiz yazarın her şeyi sanki kendi yaşamış gibi anlatabileceğini, hiç yaşamadığı bir şeyi yaşadığına bizi ikna edeceğini de hissederiz. Bu yanılsamaya yazarın “gücü” diyelim. Bütün kitaplarıma, bütün kahramanlarıma farkında olmadan dağıttığım benim duyumsal deneyimlerimdi. Roman sanatını canlı tutan şey, yazar ile okur arasında ortak bir kurmaca anlayışı olması değil, olmamasıdır. … ama esas konu romandaki kahramanların “karakteri” değil, dünyalarıdır. Roman sanatını siyasi yapan şey, yazarların siyasi görüşleri ya da üye oldukları partiler değil; kültür, sı...

YENİ ROMANIM...

Resim
Paralel Cinayetler, siyasi göndermelerle örülmüş bir polisiye roman!  Paralel Cinayetler’de yakın dönemimizde derin izler bırakan siyasi ve toplumsal yaşantımız üzerinden sesleniyor okurlara. Edebiyat ve yakın tarihin buluşması da, kendine has bir estetik düzlemde gerçekleşiyor. Bir cinayetten diğerine geçen Komiser Ayhan’ın derin ve tutkulu şüpheleri, büyük bir sır perdesini açığa çıkartıyor. Akıcı ve yalın anlatımı, diyaloglardaki doğal konuşmaları ile birbiri üzerine kurulmuş cinayet hikâyeleri uyum içerisinde: Gerilimli, merak öğesini zirvede tutan bir anlatım... Sokağa, gece hayatına, inşaat işçilerine, kimsesizlere, harçlığını çıkarmak için çalışmak zorunda kalan üniversite öğrencilerine uzanan karakterleriyle sokaktan hayata, hayattan edebiyata cinayetlerin izini sürüyor yazar. Her bir cinayette, her bir hikâyede ortaya çıkan yeni ve ilginç karakterler de romanın doğal örgüsünde önemli bir yere sahip. Devlet-bürokrasi ilişkisi, derin yapılanmalar, idealizm...

ZERYA - KAPLUMBAĞALAR DA UÇAR

Resim
    Bazı kitaplar vardır ilk etapta fark edilmezler, fark edilmeleri zaman alır, bu bazen yazarıyla bazen de kitabın bizzat kendisiyle ilgili olabilir. Çok değil on sene önce edebiyata yön veren dergiler vardı, bilinmeyen, tanınmayan yazarları meraklı okuyucuyla tanıştıran bu dergilerin işlevleri, amaçları, misyonları oldukça genişti. Bir anlamda iğneyle kuyu kazar gibi becerikli, yetenekli, azimli ve “yazarlık hamuru” olanı bulur, “keşfeder” okuyucusuyla buluştururdu. Şimdilerde böyle dergiler yok denecek kadar az ve “etkisiz”.   Zerya kıymeti zamanla anlaşılabilecek bir kitap, yüzyıllardır üzerine yazılan çizilen, konuşulan bir konuyu işlediği için yarın da konuşulacak yoğunluklu bir kitap.    Deniz Faruk Zeren’i Dört Mevsim İlkbahar adlı şiir kitabıyla tanıdım, peşinden Yasak Kitap adlı öykü kitabı yayınlandı, Zerya’yı okuduktan sonra şundan emin oldum ki Deniz bir şairdir.    Zerya, romandan öyküye, öyküden şiire evrilen damıtılmış...

SONUNDA ÖLÜM VAR

Resim
    Yazar için zor olan yabancısı olduğu, bilmediği, tatmadığı, hissetmediği duyguları, düşünceleri başarılı bir şekilde, inandırıcı olacak bir dille anlatabilmektir.     Kemal Varol, Jar ve Haw romanlarındaki geleneği Ucunda Ölüm Var da da devam ettiriyor. Bunu masal diline yaslanarak yapıyor. Dilin bütün olanaklarını;   gücünü, tılsımını, etkisini kullanarak yer yer ve belki de planlı bir nöbetleşmeyle birinci tekil ağız ve üçüncü ağızdan anlatarak başarıyor.     Yarım kalmış bir aşk hikâyesinin yollara düşüren, dramatik bir maceraya dönüşen, her seferinde sevdiğini bulamayarak heder olan ağıtçı kadının yıkılışına, tükenişine ve yeniden dirilen bulabilme umuduna, azmine, gayretine, inadına şahit oluyoruz. İnsan hiç sevdiğinin ölüsünü bulabilmesine razı olabilir mi,   duyduğu her salada, gördüğü her cenaze evinde, hüzünlü, kederli bir mutluluğa kapılır mı?   Bunun cevabının ne olduğunu Kemal Varol ucunda ölüm varda...