Kayıtlar

Eylül, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

SULU ÖYKÜLER

Resim
SULU ÖYKÜLER    On üç yaşında bir çocuğun babasının sakarlıkları, becerisizlikleri, çaresizlikleri ve bazen komik duruma düşüşleri eşliğinde annesinden ayrılışı, biten bir evliliğin anatomisini ilk önce birinci tekil ağızdan sonra da üçüncü tekil ağızdan anlatışında oluşuyor öyküler. Aslında yazar bunu daha çok öykülerin doğası, konusu ve üslubundan dolayı yapar. Bunları denediği ( yaptığı ) öyküler de farklı öyküler zaten. Kitap altı öyküden oluşuyor. En göze çarpanıysa yaklaşık yüz elli sayfalık Sukkwan Adası öyküsü. Kitaba adını veren öykü yok ama öyküler okunduğunda kitabın isminin “cuk” oturduğudur. Kitabın ayrıntılarına, bıraktığı tortulara geçmeden önce kapağının da çok doğru tercih edildiğini söyleyip asıl mevzuya geçebiliriz.     Her öyküsünde ya su, ya deniz, ya da yağmur ve yahut da hepsi birden mutlaka var. Gerçi Sukkwan Adası öyküsünde yağmur yağdığı halde yiyeceklerini saklamak için kazdıkları çukura yağmur suyunun dolmamasını görmezde...

SINIRSIZ YALNIZLIK

Resim
Yazarın odası kitabı çeşitli yazar ve şairlerle yapılmış röportajlardan oluşuyor. Orhan Pamuk’un da önsözünü yazdığı kitapta ortak fikir şu; iyi yazmak için disiplinle yazmak, çok yazmak, daima yazmak ve kesinlikle kafa ayıkken yazmak gerekiyor… Çay-kahve sigara da bu işin cilası.    Truman Capote : Söyleşiyi Pati Hill 1957 yılında yazarın Brooklyn Heights’taki büyük sarı evinde Buldog cinsi Bunky adlı köpeği yanındayken yapmış. “Asla ama asla bir eleştirmene cevap vererek kendinizi küçük düşürmeyin.”    Ernest Hemingway : Üç bufalo boynuzunun asılı olduğu yatak odasında yazan yazar işleri ters gittiğinde boynuzlara bakıp "en azından av başarılı geçmiş" diyerek keyfi yerine geliyormuş. Roman sanatı üzerine sorulan sorulara kaçamak cevap veren ya da cevap vermekten kaçan yazarla röportajı 1958 yılında George Plimpton yapmış. “Kuyu ilham perinizin olduğu yerdir.” “İyi bir yazar için en esaslı hüner; bedeninde şoka dayanıklı, saçmalık algılama cihazı...

VİCDAN OTOPSİSİ

Resim
   Ercan Kesal “Peri Gazozu” kitabında açık açık takiye yapıyor! Sözü hiç eğip bükmeye, uzatmaya, takla attırmaya gerek görmeden bunu söylersem Peri Gazozu’nu karalamış olmam. Babasının küçük, mütevazı imalathanesinde ürettiği peri gazozlarının tılsımını, sihrini, her kapıyı (özellikle sinemanın ) açan tadını anlatacağını söyleyip kitabın ismini de bir güzel Peri Gazozu koyduktan sonra ha bire vicdanlarımızın kararan yerlerini inadına tekrar ederek anlatması takiye değil de nedir? Gazozun damağımızda bırakacağı o özel tadı hayal ederken o kalkıp vicdanlarımızın otopsisine girişerek yediğimiz her lokmayı, içtiğimiz her yudum suyu boğazımıza diziyor. Hangimiz boğazımızda bir yumrukla dolaşabilir ki? (Boğazında kayısı çekirdeğiyle dolaştığını sanan “Yalan” öyküsündeki adamın durumu elbette ki bu söylediğimin dışında bir şey.)    Peri Gazozu’nu okurken aklıma bin bir zorluklarla, yokluklar ve çaresizliklerle çekilmiş eski siyah beyaz Türk filmleri geldi her defasın...