Kayıtlar

2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

AFŞİN KUM: EĞİTİM SİSTEMİ ENKAZ HALİNDE

Resim
  Kübra, birçok konuya derinlikli inen bir roman. Okuyucuyu rutinin dışına çağıran, farkında olmadan edindiğimiz alışkanlıklarımızla alay eden ve yaklaşmakta olan çağı haber eden bir eser. Şimdilerde edebiyat çevirilerinden tutun da yüzyıl önce yaşamış bir devrimcinin, halk kahramanın bugünkü halini ya da elli yıl sonraki halimizin ne olacağını tahmin eden yapay zekâyı merkezine alan, kontrol edilmezse, iyi programlanmazsa neticenin nerelere varabileceğini irdeleyen incelikle dokunmuş bir roman. İnsana zaman ayrıldığında, dokunulduğunda göz göze gelindiğinde insan enerjisinin nasıl büyüdüğünü ve bu enerjinin terbiye edilmezse bencillik, narsistlik, kibir ve hırsla nasıl kontrolden çıkabileceğine güzel bir metin olmasının yanında Türkiye yakın tarihine göndermelerde bulunan mütevazı bir roman. Elbette roman hakkında söylenecek çok şey var ama belki birkaç soruyla bize ( okuyucuya ) yardımcı olabilirsiniz. Kendimce tespit ettiğim ya da böyle yorumladım diyebileceğim sor...

R.M.N: IRKÇILIK VE NEFRET ÖLDÜRÜR

Resim
  Irkçılık için her zaman bir bahane vardır. Bazen bir travma, bazen bir sendrom ve ekseriyetle başkasına/türe olan tahammülsüzlüğü besleyen kültürel tembelliğin doğurduğu faşist bir bakış. Farklı hallerde tezahürünün altında toplumsal önyargılar olmasının yanında korku faktörünü de unutmamak lazım. Ülkesine göç etmek zorunda kalan herhangi bir yabancının -ırkı hiç önemli değil- yarın kapısına dayanacağını düşünür, işini elinden alacağını düşünür. Mesleği niteliğinin hiçbir önemi yoktur. Sınıfında hızlı/ ağır öğrenen bir öğrencinin kendini zora düşüreceğini düşünür. Kendi gibi düşünmeyen, sorgulayan, araştıran bireylerin bin bir hileyle oturduğu koltuğu/mevkiyi/makamı sallayacaklarını düşünür. Eril penceresinde kadın, lubunya, gey, lezbiyen ve feminist fark etmez, ötekidir. Ötekiye tahsis edilense, az oksijen, düşük iş gücü, az maaş/ücret ve mümkünse göz önünde olmaması; kendinden uzak olması; erk alanına girmemesi/müdahale etmemesi. Önyargı iki tarafa da zarar verir ...

KIRIK AYNA: KAZI

Resim
  Kırık Ayna, İdris Baluken’in Üç Kırık Dal ve Oko’dan sonraki romanı. Ben, yazarın edebiyatıyla yeni tanışanlardanım. İlk göze çarpan duygu sabır. Yazar, eserini sabırla, acele etmeden dinlendirerek, demlenmesi bekleyerek oluşturduğu çok açık. Bir ağırlık, dinginlik hâkim metne. Bunu dış dünyadan kopuk/uzak olduğu cezaevi koşullarına mı borçlu yoksa edebiyatı/roman türünü iyi özümsemiş olmasından mı bilemiyorum. Öyle anlaşılıyor ki biri diğerini doğurmuş. Ortaya ustalık derecesinde bir eser çıkmış. Kırık Ayna için bir yolculuk romanı dersek eksik söylemiş olmayız, zira tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir sözünün iki kısmının içeriğini de dolduran bir hikaye. Amatör sinemacı ve edebiyat meraklısı İnan bir telefon üzerine Mardin’e gitmek zorunda kalır. Hem yolculuğu esnasında -ki kendine yolculuğu hiç bitmiyor- hem de gittiği şehirdeki yabancı olması sebebiyle gelişen hikayesiyle yeni bir hayatın kap...

BEN FERİDE BU BENİM SESİM: SIĞINAK

Resim
  M. Ender Öndeş’in Dipnot Yayınları'ndan çıkan 'Ben Feride Bu Benim Sesim' romanını okurken birçok şey düşünmek mümkün. Evvela medyanın battığı bataklıktan nasıl tükendiğini, gün geçtikçe bittiğini düşünebilirsiniz. İftiralarla, açık hedef göstererek aslı astarı olmayan haberleri nasıl servis ettiğini de. Medyanın kime hizmet ettiğini gösterirken yazar, diğer taraftan güçlünün, iktidara yakın olanın, erki elinde tutanın hiçbir şekilde gazete sahibi olmaması gerektiğini de işaretliyor. Bunu alenen söylemese de manşetlerden, haberlerden kime yaslandığından, haberin kime hizmet edeceğinden çıkarmak pekala çok kolay. Hatta yazarın, romanın sonlarına sakladığı 'ev ödevi' bölümünü emir telaki edip üzerinde çalışılabilir. Medyanın taraflılığı üzerine iyi bir ev ödevi çalışması yapılabilir. ÖRGÜTLÜ MAHALLE, ÖRGÜTLÜ TOPLUM Romanın düşündürdüğü, dile getirdiği bununla sınırlı değil. Mahalle kültürünü göklere çıkarırken, kapı önlerinde çekirdek çitleyen, perdel...

KADINLAR MATİNESİ

Resim
  Burcu Ünlü’nün ‘Ben Yokmuşum Gibi’ öykü kitabı yaşadığı yerlerden görünmeyenleri, mekânlara, evlere, iş yerlerine şekil verdiği halde bir türlü adı geçmeyenleri irdeliyor. Yaşadığı evi çekip çevirdiği halde ismi bir muhabbette cümle içinde geçmeyen kadınları ama en çok da yaralı kadınları anlatıyor. İş yerinde dokunduğu her şeye izini bırakan maharetli ama suskun, erkeklerin arkalarını toplayan ama topladığını içine atan iç yangınıyla çözümü hep uzaklarda arayan kadınların yaralı, kederli, geçmişe takılan yakarışlarıyla ilerliyor. İki arada bir derede kalan kadınlar Kadınlar matinesi havasının öne çıktığı kitap oldukça renkli, farklı kadınların dillerinden bakıyor olaylara. Ağırlıklı kadınların başrolde olduğu öykülerde, kurtuluşunu erkeğin gidişine bağlayan da var, zengin erkeğe bel bağlayan da. Hal böyle olunca ufuksuz, öngörüsüz, çapsız kadınların serencamını oldukça sahici bir gözlemle okuyucuya aktarmayı başarmış yazar. Toplumun kanayan yarası kadına şiddetin ...

DOKUNMA YARAM KANIYOR

Resim
  Yakın zamanda yayınevi logosunu değiştirerek çok daha güzel bir camekâna kavuşan Vacilando Kitap iyi işlere imza atmaya devam ediyor. Bu işlerden biri de Cabir Özyıldız’ın Eski Zaman Türküsü adındaki öykü kitabı. Kitabın kapağından itibaren portakal bahçeleri arasında dolaşarak portakal çiçeğinin kokusuyla yavaş yavaş tanışmamıza vesile oluyor yazar. Kitabın kapağıyla bizi portakal bahçelerine çağıran yazarın içeride bize bir sürprizi var; portakal çiçeğinin rahatlatıcı etkisini okuyucuya değil, karakterlere saklamış adeta. Adana’nın, Akdeniz’in portakal bahçeleri kıyılarında yaşayan yüzleri kavruk, bahtları kara insanların rehavetli ruh hallerini deşerek okuyucuyu rahatsız etmeyi, yerinden etmeyi başarıyor. İlk kitaptaki ustalık Eski Zaman Türküsü yazarın ilk kitabı. Kitabı bitirdikten sonra ağzınızda pek de ilk kitap toyluğunu, acemiliğini, acılığını hissetmiyorsunuz. Bir acılık varsa o da öykülere konu edindiği karakterlerin hikâyelerindeki hayatın acımasızlığın...

EVİMİZİN KAMBURU BABALAR

Resim
  Polat Özlüoğlu’nun Annem, Kovboylar ve Sarhoş Atlar (İthaki Yayınları) öykü kitabı 2023 yılı Fakir Baykurt Öykü Ödülü’nü alan bir kitap. Jürinin ödülü verme gerekçesi kısaca şöyleydi: “…Sevgisiz ve yalnız kalmış bireylerin iç dünyalarını, iç seslerini ve gözlemlerini nitelikli ve derinlikli anlatmayı başardığı için…” Kitabı okuyunca gerekçenin ne kadar haklı ve yerinde olduğunu görmek mümkün. Kitabın bütününe hâkim olan bir kasvet havası var. Karanlığın kalınlığını artıran atmosferin boğucu bir yanı var. Duygulara gem vurmayan bir dil, sessizliğin ağırlığını hatırlatan bir yakarış var. Genzi yakan bir özlem, içimizi şişiren tanıdık, çok yakın acılar var.   Huzursuz öyküler Kitap, ortak temalar etrafına toplanmış 11 öyküden oluşuyor. Birini bıraktığınız yerden diğeri devam ediyor. Aile içi şiddeti iyice kanıksamadıysanız başka bir öyküyle ama başka bir anlatıcıyla iyice belletiyor. Babasını kaybeden bir çocuğun acısını yakından hissetmediyseniz, yazar sizi anne...

ARKADAŞLAR İYİDİR

Resim
  Alper Kaya, daha önce birçok yayınevinden kitapları (12 adet) yayınlanmış bir yazar. Benim de üyesi olduğum Polisiye Yazarlar Birlik üyelerinin öykü seçkilerinden oluşan Kanlakarışık (2018) ve Karmakarışık (Çınar Yayınları-2021) kitabına birer öyküsüyle katkı sunan yazarın yakın zamanda 50 Maddede Polisiye Edebiyat (Karakarga Yayınları-2023) kitabı da yayınlandı. Polisiye severlerin/meraklılarının ilgisini çekecek kitabın ana izleği polisiye edebiyatın incelikleri, kuralları, alt türleri… Karınca Karambolü (Mylos- 2022) romanı, yedi yıl cezaevinde kaldıktan sonra çıkan eski milli boksör Korhan’ın hayata tutunma çabasını ben anlatıcı diliyle, yaşamı elinden alınmış birinin kaldığı yerden devam etme gayretini sahici bir gözlemle anlatıyor. Örneğini yakın dönemde farklı meslek ve iş kollarında gördüğümüz gizli tanık ifadeleriyle mesleğinden ihraç edilen, yargılanan, cezaevine konulan yüzlerce insanın nasıl bir kumpasa, komploya kurban edildiklerini yazar, Korhan karak...

İÇİ BOŞ ANADOLU İRFANI

Resim
  Şu sıralarda 76. kez düzenlenen Cannes Film Festival’inin geçen yıl Belirli Bir Bakış bölümünde gösterilen Kurak Günler filmi Antalya Film Festivali’nden de (59.) geçen yıl En İyi Yönetmen dâhil dokuz ödül almıştı. Filmin yönetmeni Emin Alper’in külliyatına baktığımızda, gerilimi, politik gerilimi ve insanlardaki karanlık yönü her zaman ana tema olarak kullandığını görebiliyoruz. Tepenin Ardı (2012), Abluka (2015) ve Kız Kardeşler (2019) filmlerine imza atan  Emin Alper, Alef dizisine de yönetmenlik yapmış.  Kurak Günler, gerilimi iyi ayarlanmış bir taşra hikâyesi desek eksik söylemiş oluruz. Zira taşra dediğimiz yerin ne kadar ismi zikredilmese de bir Anadolu kasabası olduğunu görürüz. Anadolu irfanı öngörüsünü kendi çıkarı doğrultusunda sivrilten bir geleneğe dehşet ve şaşkınlıkla şahit oluyoruz. Aslında artık neredeyse bir söylence gibi kulağımızda yer edinen, hiçbir toplumsal olayda karşılaşmadığımız, görmediğimiz ‘Anadolu İrfanı’nı içi boş bir deyim, ...

İNSANIN İLK HALİ: BİAT ETMEMEK

Resim
  Ahmet Karadağ’ın Tutsaklığın Üç Hali öykü kitabı doğru tabirle üzeri sünger ya da yumuşak bir malzemeyle kamufle edilmiş demir yumruğa benziyor, vurdu mu yere seriyor. Sersemletici… Görüyorsun, gardını alıyorsun ama aparkatı nerenden yiyeceğini kestiremediğinden iki büklüm oluyorsun. Daha ilk kitabı olmasına rağmen üslubunu yakalamış bir yazar var karşımızda. Karakterlerini nasıl konuşturacağını bildiği gibi sırlarını açık etmiyor. Okuyucuyu küçük sürprizle neşelendiriyor. Okuyucunun ağız tadını bozmayı da biliyor, okumanın başlı başına bir huzur bozma eylemi olduğunun farkında. “Oturmaya mı geldik?” diye sorarken bunun bir soru olmadığını okuyucunun kucağına bıraktığı darbe tesirli hüznün az sonra kedere evrilişinde daha iyi anlıyoruz. Taşra insanının uzanan eli Ahmet Karadağ’ın Klaros Yayınları’ndan çıkan Tutsaklığın Üç Hali öykü kitabını okurken ilk izlenimim, Ercan Kesal öyküleri çerçevesinde içimizi yakan ama yandığımız yerden de kalkmayı becerebileceğimiz öy...

İSLAM'IN ŞARTLARI SİZE KALSIN, BANA MAHSA AMANİ'Yİ GERİ VERİN

Resim
  Selahattin Demirtaş’ın artık sadece bir politikacı olmadığını herkes öğrendi. Ve her geçen gün kimliğine eklediği özelliklerinden, isminin önüne koyduğu sıfatlardan oldukça rahatsız olanlar var. Bu rahatsızlığı vermeye devam edeceğine dair yeni işaretler, ipuçları gelmeye devam ediyor. Seher ’le ilk edebi ürününü verdiğinde burun kıvıranlar, azim, disiplin ve meraklı çalışkanlıkla işin buraya geleceğini kestirdiklerini sanmıyorum. Aslında bu disiplinli üretkenliği besleyen güdünün cezaevinde ayakta durma, direnme ve yaşama katılma becerisiyle aynı olduğunu gösteriyor, sezdiriyor ve hissettiriyor yazar bize; satır aralarında o kadar çok ipucu var ki, bazen gıptayla bazen yüreğimiz burkularak ve çoğunlukla da gurur duyarak izliyor ve görüyoruz. Yazarak direniyor Demirtaş’ın satır aralarına gizlediği –aslında ayan beyan ortada– yazıya, yazmaya, edebiyata olan tutkusunu, inadını kitabın sonunda dile getiriyor ama ondan öncesi var; Kader adlı öyküde belki kendi hale...

YENİLENENE İŞARET LEVHALARI

Resim
  Özellikle bu aralar ve genellikle ve de sıkıştığında hükümetin (iktidarın) en korktuğu eylem insanların birbiriyle temas etmesi. Herhangi bir bulaşıcı hastalığın yaygınlaşmasını kontrol altına alamamaktan değil bahsettiğim temas hali, daha çok etkileşim durumu. İnsanlar ve özellikle toplumun en dinamik itiraz kaynağı olan gençlerin, öğrencilerin birbiriyle temas etmemesi için üniversiteleri bir süreliğine uzaktan eğitime karar vererek kapatmak. Böyle olunca kitlesel eylemlerin önüne geçmiş olacaklar. İktidarın depremde ve deprem bölgesindeki gecikme, organize olamama, ihmal ve beceriksizliklerinin öğrencilerin örgütlü mücadelesiyle su yüzüne çıkacağını bildiklerinden üniversiteleri askıya aldılar. Temas Eğitim ve öğretimin bir bütün olduğunu düşünüyorlarsa neden sadece üniversiteleri uzaktan eğitime aldılar? Çünkü en güçlü muhalefetin, direncin ve itirazın üniversitelilerden geleceğinin farkındalar. Bunun önüne geçmenin tek yolunun birçok alanda olduğu gibi ilk akı...

BENİ DUYUYOR MUSUNUZ?

Resim
  Beni duyuyor musunuz, aşağıdayım. Yıkıntıların altında. Koca bir ülke çöktü üstüme. Beni duyuyor musunuz, aşağıda beton yıkıntılarının altında. Çürük beton parçaları gözüme giriyor. Beni duyuyor musunuz, kendi yükünü taşımayan demirler her yerime batıyor. Battıkça daralıyorum, büzüşüyorum, küçülüyorum ama yine de buradaki hava yetmiyor bana. Beni duyuyor musunuz, imdat! Beni duyuyor musunuz, aşağıda molozların altında. Koca bir şehir çöktü üstüme, sırtım ağrıyor. Beni duyuyor musunuz, her zaman her yerde fazlalık ya da gereksiz görülen ben sesleniyorum size. Rahat mısınız; artık hayatınızın bir yerinde değilim, gerek ki rahat olasınız. Bunun için beni itmediniz mi aşağıya. Beni duyuyor musunuz, aşağıda, molozların altındayım. Bir cehennem varsa böyle olmalı. Bana reva göreceğiniz yer ancak böyle olabilirdi. Beni duyuyor musunuz, duymuyorsanız… Zaten hiçbir zaman sesimi duyuramadım ki size. Duymazlıktan gelseniz de ben bağırmaya devam edeceğim; beni duyuyor musunuz?...

SÜNGÜNÜN UCUNDAKİ HAYATLAR

Resim
  Fransız toplumu tarihçi, bense onun yalnızca yazmanı olacaktım. (Balzac)   Dipnot Yayınları’ndan çıkan ‘Unutulmuş Ataların Gölgesi’, Erdem Özgül’ün ilk kitabı olsa da biz onu kitaplar hakkında yazdığı derinlikli yazılarından tanıyoruz. Unutulmuş Ataların Gölgesi on üç öyküden oluşuyor. Kitabı ilk elime aldığımda bana fonetik olarak Clint Eastwood’un 2006 yapımı Atalarımızın Bayrakları filmini çağrıştırdı. İlk etapta ikisi arasında bir bağ görünmese de dünyanın herhangi bir yerinde yazılmış bir yazının, kitabın, romanın, öykünün mutlaka başka bir kitapla organik bir bağı vardır. Nihayetinde Eastwood’un Atalarımızın Bayrakları filmi de James Bradley ile Ron Powers’in aynı adlı kitabından uyarlanmıştı. Neyse biz, Vüs’at O. Bener’in Buzul Çağının Virüsü (2019 YKY) baskısının kapağını andıran yazıya konu olan öykü kitabımıza dönelim. Sınırları yok eden dil Erdem Özgül, bize sınırdan sesleniyor. Bazen, ülkelerin sonradan belirlediği yüksek güvenlikli sınırlarından b...

YUSUF'UN KUYUSU

Resim
  Yüzünde şer’in bayrağı Kapkara bir gövdeyle sesleniyorsun bana Parmağın Yusuf’un kuyusunu gösteriyor Her kardeşim dedikçe Haram olan bir uykunun içinde Kuruttun Dicle’nin pınarlarını Gözünü diktikçe Fırat’ın öte yakasına Bütün dillerde adı merhamet olan güneş Terazisindeki çiçeklere seslendi “Yusuf’un Kuyusunu güldüreceğim.”   Her taşın altında bin ağıt Her evin bacasında dilsiz beddua Bedduayla yıkılmaz bu ceberut Eğilmeyen başınızla Rüyalarınızdaki kandili Hayallerinizdeki ateşi Ufkunuzdaki meşaleyi Balyoza dönmüş elinizle uzatın Uzatın güneşe doğru.   Dicle’nin kıyısında ‘bulutlara akan kavakların’ altında Âdem’den miras yeryüzü sofrası Kucaklarında bütün hevesleri çocukların Bugünden sonrası Sökülmüş bütün mühürler Yaz güneşi altında     Dünyanın bütün dilleriyle Taşlayın   Yusuf’un Kuyusunu gösteren parmağı Taşlayın ki gülsün güneş.